4 Aralık 2014 Perşembe

Köprülü şarkı

Sözlü şarkılarda üç şekil vardır, giriş - köprü - nakarat. Köprü kısmını kabaca tarif etmek gerekirse, genellikle nakarattan önce olur, nakaratı hafiften hissettirir ve öyle çok uzun olmaz, bir dörtlük uzunluğundadır, bir bakıma geçiş niteliğindedir.

Ben köprüleri oldum olası sevmişimdir. Mor ve Ötesi'nin Gül Kendine albümündeki köprüleri ekstra seviyorum (albüm zaten çok mükemmel). Arada Tarkan, Sezen Aksu dinlerken de gerçekten çok ince düşünülmüş köprüler olduğunu fark ediyorum. Bence şarkıyı bir seviye yukarı taşıyor.

Şimdi ben bu konuyu niye açtım? Red Hot Chili Peppers'ın bir şarkısı var, Wet Sand. Şarkıda öyle bir bölüm var ki, bu üç kalıbın dışında. Post-chorus gibi bir nevi, şarkıyı bu kalıplarla pişirip, en sonunda bize sunmuşlar, sonra da solo patlatmışlar. Sözleri şu şekil (3:35 civarı giriyor):

You don't form in the wet sand
You don't form at all, oh
You don't form in the wet sand
I do, yeah

Harika.

1 Ekim 2014 Çarşamba

ne maç oluyo yalçın be

Eylül ayı öyle bir full hd kalitesinde geçti ki, anlatsam Ömer Üründül'e dönüşmemeniz mümkün değil. Viaport Suits'ten sabahın 6'sında McDonalds'a gitmeceler, hangarda müzisyen tanışma toplantısı ayağına konser-prova tadında etkinlikler, Offtown cuma 9-10 sahnesinde Moobs'un en güzel 10 şarkısı + Sweater Weather + Hatasız Kul Olmaz çalmacalar, spor salonuna alınan Offtown cumartesi gününde eski Müzikus partilerine bir zaman tüneliyle girip çıkmalar, Kadıköy'den 00:15'te dolmuşa binip Peyote'deki Sapan konserine gitmeceler, ve tabii ki 15 eylül "derslerin" başlaması (incee).

Ben hissetmiştim abi zaten 2014 yılı, 2013'ten baya bi' daha güzel olacak diye. Daha ilk günlerinden demiştim, ahanda o tweet'imi şuraya bırakıyorum. İleri görüş (20 / 20), önsezi (19 / 20), timing (20 / 20), bir fm regen'i gibiyim ressmen :3

6 Eylül 2014 Cumartesi

Obradoviç'in askeri

Hayatımla ilgili bir kararımı basit bir analoji ile anlatıyorum bu aralar. Obradoviç ve Kenan Sipahi ilgili bu hikaye bu. Kenan Sipahi daha 18 yaşında olmasının da verdiği heyecanla bir maç esnasında çok zor bir pozisyonda üçlük dener ve isabet bulur. Obradoviç hemen mola alır ve Kenan'ı tabir-i caizse haşlar. İtip kakıp bağırırken Kenan da şaşırır, çünkü üçlüğü isabetlidir sonuç olarak. Ama Obradoviç Kenan'ın yanlış pozisyonda şut attığını anlatmaya çalışmaktadır. Aynı periyot içinde bir pozisyonda güzel bir şekilde top çevrilir, Kenan bomboş pozisyonda üç sayı çizgisinin gerisinde topla buluşur. Şutu atar, fakat isabet bulamaz. Obradoviç'e kayar gözleri. Obradoviç ayağa kalkıp alkışlamaya başlar Kenan'ı. İsabetsiz de olsa, doğru pozisyonda ve doğru zamanda atılmıştır o üçlük. Belki o atış isabetli olmamıştır ama önemli olanı anlamıştır Kenan.

Ben iki yıl önce lisanstan sonra direk doktoraya başvuracaktım. Sonra Can Akkan ile konuşup vazgeçtim. Can hoca bana çok önemli sorular sormuştu ve doktoraya hazır olmadığımı fark ettirmişti bana. Aslında o yıl başvurularımda şanslı olabilirdim ve isabetli bir üçlük atabilirdim. Ama zor bir pozisyonda deneyecektim o üçlüğü. Şimdi aradan iki yıl geçti ve bu yıl doktoraya başvuracağım. Belki istediğim gibi bir üniversiteye kapak atamayacağım. Ama doğru pozisyonda ve doğru zamandayım. Girmese de beni alkışlayacak bir çift el duyabilirim. Sırası değil demişti ya Pinhani. Şu an sırası.

31 Ağustos 2014 Pazar

Yeni Türkiye

Kadıköy nadası bittikten sonra öyle bir 3 hafta geçti ki, farkında olmadan özlediğimi fark ettim böyle hissetmeyi. "Ama arkadaşlar iyidir" sözü ne kadar değerliymiş meğer. Geçen hafta Kalamış sahilde sabah 6'da biten bir geceden kalma bir oyun var mesela. Acayip soyadlı kişilerin soyadlarının ne anlama gelebileceğini tahmin etme oyunu. Veya özel istekle gelen Happy şarkısı var bu üç haftanın her yerinde. Ben çok şanslıyım diye düşünüyorum bazen.

"Geri dönmem tekin değil, orda sen yoksun" demişti ya şair. Hatta şöyle devam etmişti:

Kaybolduğum yerde şarkılar sana dair
Dans ettiğin sahne yüzümde

3 Ağustos 2014 Pazar

Ağustos sıcak

Denizli'deki evdeyim yaklaşık 10 gündür, ve ağustos gerçekten çok sıcak. Evin içinde esen bir pencere bulursak eğer, kenarına kıvrılıp uyuyoruz. Eski çağlarda insanlar dere kenarlarına giderler ve ateş yakıp kenarında uyurlarmış ya, onun postmodern versiyonuymuş gibi düşünebilirsin bu durumu. Denizli'yi çok seviyorum ben hala ama her geçen gün kendimi buraya daha da az ait hissetmeye başlıyorum. Burada biraz izole yaşamaya başlıyorum sanki. Arada insanlarla ve akrabalarımla sosyalleşip sohbetleşiyorum tabii ki. Ama ne bileyim, bir noktada "Abi lütfen birbirimizi kandırmayalım, sen burda yaşamayacaksın, benimle boşuna sohbet etme" tadında telepatik bir sözleşme yapıyormuşuz gibi oluyor.

Ben kendimi nereye ait hissettim şu hayatımda? Sanırım adım attığım andan itibaren tam olarak ait olduğum yer Erbakır'dı. Sabancı'da ilk dönemi saymıyorum ama oraya da resmen kendi ruhumu emanet etmiştim. Sabancı'yla uzun süre tek vücut olmuştum denilebilir, ayaklı ve gezen Sabancı'ydım sanki. Yani Sabancı profilini tam olarak temsil ettiğimden değil, hatta bir anti-Sabancılı olarak kaleyi içten fethetmeye çalışan kamuflaj askeri gibiydim. Analojinin dibine vurmadan bu kısmı burda bitiriyorum. Ondan başka da pek aklıma gelmiyor "ev" hissiyatım.

Buraya kendime notlar tadında Sümer Kolçak'lık yapıyorum bazen ama sonra hiç okumuyorum ben onları :( Okusam da yazdığım zamanki gibi "abi şu tespitim var ya, ufff süper yaa" kafasında olmuyorum hiç. O yüzden ara ara okuyorum, "meh"leyip geçiyorum bazı yazılarımı. Bazılarına gerçekten gülüyorum ama. Şimdi yine kendime notlara başlayayım: Kafamın rahat olması çok önemli bir şeymiş. Bombay Bicycle Club'dan geliyor: "What if one of us had the guts tonight" tadında yaşadım bu yıl neredeyse. Ama İstanbul'dan dönerken neredeyse her şeyi "sıfırlayıp" geldim (allahım neden ufak göndermelerle dolu bir zihmin var ve neden bunları yazıya dökmeye çok meyilliyim?). Şu anda ağrısız başın ne kadar önemli olduğunu anladım. Ben net adamım. Kaos ile de ilerleyebiliyorum bu yıl yaşadığım üzere, ama kimseye bir faydam dokunmuyor. Üstelik kendimi de eğlendiremiyorum. Sanırım uzun süredir kendimi eğlendiremiyordum. Biraz da vakit öldürüyor, dürtülerimi söndürüyordum zaman zaman. Ya da alışmışken zor geliyordu başka şeyler. Mesela basketbol izlemek / oynamak, spor yapmak, kitap okumak, film izlemek, tiyatroya gitmek, yazı yazmak... Ben bunlara vakit ayıramadıkça, vaktim daha verimsizleşiyormuş. Bazen "zehri dışarı atmak" lazımmış. Tabi en kötüsü, bunların hepsini bilip de kendime laf anlatamamak.

Aynı şekilde bana zarar veren şeylerin de farkındayım. Bunların "addictions without consequences" olduğuna dair kendimi yalandan ikna ediyorum bir de. Son zamanlarda duyduğum en güzel GRE kelimesi "adulterate": Saflığın bozulması. Büyüdükçe saflığımız bozuluyor. Ufak yalanlar söylemeye önce kendimizle başlıyoruz. Sonra onları başkaları üzerinde deniyoruz. Halbuki ne kadar zor olabilir ki basit yaşamak? Baya zormuş. Sıkılıyormuş insan. Zihin de tembelleşiyor haliyle, "yaa bunu daha önce düşünmüştüm, uğraştırma beni, yap işte aynısını" tadında takılıyor. Bir de toplumsal yaşam var ki, o zaten bambaşka bir konu. İstemediğimiz şeyleri bize itirazsız yaptıran şeye toplum denir (istemediğimiz halde konuşmak zorunda olduğumuz kişilere akraba denir yazmıştı Ersin Karabulut, ordan esinlendim).

Saat de geç oldu, evde herkes tv karşısında uyumuş bile. Haydin iyi geceler.

16 Temmuz 2014 Çarşamba

Akıntılar

Hava mı sıcak, yoksa gözlerin mi susatmış bedenimi?
Sen ne zaman gelmiştin en son buraya?
Neden gitmiştin ki sonra?
Hep böyle miydik biz önceden de,
İnan hatırlamıyorum
Öncesi kadar güzelsin desem küser misin mesela?
O kadar başımı döndürdün ki dün gece
Artık tahmin edemez oldum seni
Bulutların arasında aya bakmıştık ya hani
Ertesi gün yakamozu izledim sahilde
Ay çok parlıyormuş geceleri
Ama önemli olan o değil
Önemli olan sigara var mı?
Ben içmek istemiyorum da,
Senin dudaklarından otlanırım belki biraz
Tiryakiliğini paylaşmak bile tatlı
Kedi gibi baksan yine bana,
Karanlıkta seçmeye çalışsam gözlerini
Sonra elim gitse
Zaman akıntılar bıraksa zihnimde
İnsan hiç sevmeden durabilir mi?

9 Temmuz 2014 Çarşamba

24

Geçen hafta 24. yaş günüm için bir doğum günü partisi verdim. Olayın perde arkasını ve tüm gelişmelerini birazdan bu siteden okuyabilirsiniz.

Çok az hatırlasam da ilk doğum günü partimi Isparta'dayken yapmıştım. 6-7 yaşında olmam lazım ama dediğim gibi hatırlamıyorum tam olarak. Parti Isparta'da anneannemin kardeşinin evinin bodrum katındaydı ve mahalledeki bütün çocukları çağırmıştık. Az da olsa güzel olduğunu hatırlıyorum. Fanta vardı mesela, lüks bi'şeydi sanırım o yıllarda. Çerez-cips-patlamış mısırın yanında fanta çok güzel gitmişti. Bir de klasik teypten (hani repçilerin omuzlarına alıp müzik dinlediği) müzik çalıp koltukların üzerinde zıpladığımızı hatırlıyorum. Bir de pasta vardı, mum üflemiştim falan. O doğum gününden bu yana sanırım bu kadar kapsamlı (kapsamlı dediğime bakmayın, fanta-cips yerine kokteyl-cips oldu bu sefer) ilk kez doğum günü partisi yaptım. Düşün yani 24 yılda iki doğum günü partisi (bir de 2 yıl önce Singapur'da A*Star stajyerleriyle bir barda içmiştik ve benim doğum günümü bahane etmiştik, şurda ufak bir videosu var). Hazır bu seferkini ilkinden daha çok hatırlıyorken biraz not düşeyim dedim buraya.

Tam olarak kimin hangi sırayla geldiğini bile hatırlıyorum şu an. Önce Ece-Kaan Korkut-Sophie geldi, onlarla balkonda aperatif olarak bi'şeyler içtik. Sonra Sabancı'dan asistan arkadaşlarım geldi 8-9 kişi. Ondan sonrası korkunç bir hızda geçti. Eğlendik, kaynaştık ve toplam 29 kişi çok tadında bir akşam geçirdik. Bu arada dipnot, partiye daha önce hiç tanımadığım 4 kişi geldi (şikayet ettiğimden değil de şaşırtıcı olduğu için veriyorum bu dipnotu) ve ikisi Avustralya'dan. Bizim Şayan'ın Erasmus arkadaşlarıymış ve İstanbul'u gezerlerken Murat onları doğum günü partime getirmiş. "Yarım saat durur, sonra sıkılır döneriz"miş plan Murat'ın anlattığına göre ama en son onlar gitti nasıl olduysa. 2 yıl önce Singapur'da 3 kıtadan uluslararası bir doğum günüm olmuştu (Kore-Çek Cumhuriyeti-Amerika-Fransa-Kanada-Hırvatistan), bu yıl da yine 3 kıtadan (Almanya-Pakistan-İran-Avustralya) insanlarla doğum günü yaptık.

24. yaş günümün bu kadar özel olabileceğini düşünmezdim açıkçası. İlk çeyrek asırımı kutlayacağım seneye. Sonraki çeyrek asırın daha iyi koşullarda olması hedefiyle geçen bir yılın ardından belki daha mutlu bir kutlama olacak o. Belki de o kadar mutlu olmayacak ve ben burayı tekrar okuyup "Vay be, bir yıl önce neler düşünmüşüm" diyeceğim. (OKUMADI)

Herkese mutlu yıllar :3