6 Eylül 2009 Pazar

Mini öykü - Hastalık

Mini Öykü - Hastalık
Gözlerini açtı. Karşılaştığı duvarlar dönüyordu. Yine mi rüya görüyordu? Düşme efektiyle uyanmayı bekledi biraz, sonra sıkıldı. Hafif kambur yatmaya alışık vücudu, sırt üstü bulunca kendini şaşırmış gibi kendini sola savurdu. Kamburunu çıkarıp sol kolunu yastığının altına aldı. Sabahın uyandırıcı etkisini püskürtmeyi çok severdi. Şimdi hafif kol uyuşukluğunu da hisseder hissetmez uykuya dalacağını zannediyordu. Tam o anda kapı çaldı. Girmesini söyleyip uykusuna devam etmek istiyordu, fakat gelenin uykusunu böleceğinden emindi. Uykumu ancak ben bölebilirim diyerek, ani bir hareketle belini doğrulttu, yüksek ranzalı yataktan bir hamlede atlayıp kapıya yöneldi. Kapıyı açmadan önce biraz bekledi, sonra düşündüğü şeyin saçma olduğunu kendi içinde telkin edip, kapıyı açtı.

Karşısında hemcinslerine kıyasla uzun boylu bir kız duruyordu. Tahmini üzerine mi geldi diye düşündü yine, saçmaydı halbuki, biraz evvel de düşünmüş ve saçma bulmuştu. Tekrar saçma bulup konuşacak vakit bulamadan kız içeri atladı. "Peki ya sana çok güzel haberlerim varsa?" diye sordu kız, "Ne oldu, uyuyor muydun yoksa bu saatte, dersin yok mu bugün". Gözleri ile karşısındaki erkeğin sesini beklemeden gözlerinden bir cevap aradı. Gözleri ile anlaşmayı, gözleri ile insanları anlamayı, birazdan konuşulacak konuyu önceden tahmin etmeyi, ya da en ufak bir yalanı bile yakalamayı kendisine çocukluktan beri uğraş edinmişti. İyiydi de üstelik bu konuda. Fakat her seferinde bu çocuğun donuk gözlerinden cevap alamayınca şaşırırdı. Severdi de üstelik bunu, artık tahmin edip haklı çıkmaktan sıkılmıştı, biraz beklenmedik olay arıyor, bunların hayatını renklendireceğini düşünüyordu. Bundan dolayı gelmişti bu sabah onun odasına. Güzel bir haberi vardı ve bunu tepkisinin ne olacağı hiç belli olmayan birisiyle paylaşıp eğlenmeyi düşünmüştü. "Hastayım galiba" dedi oğlan. Derin bir nefes aldı. "Ama merak ettim ne söyleyeceğini, bir saniye yüzüme su çarpıp geliyorum". Cümlenin sonunu beklemeden banyoya yol almıştı bile.

Banyonun koyu rengini bir klik darbesiyle aydınlatıp içeriye girdi. Zerre kadar ilgilenmiyordu kızın söyleyeceği şey ile, biraz yalnız kalmak, rahatlamak, portakal suyu içmek istiyordu. Yine de merak etmişti. Çok çılgın olduğunu söylerdi bir arkadaşı, bu kız için. Tanımıyor ki, diye düşündü, çok sade, çok yalnız bir kız. Biraz güzel ve çekici olan her kız için çok çılgın dedikoduları dolaşırdı zaten erkekler koridorunda. Belki bugün çılgın bir haberle gelmiştir karşıma dedi sessizce. İçinde saniyenin binde biri kadar saniyede bir patlama oldu sanki, bunları düşünürken. Ağzına dolan birkaç avuç dolusu yemeği kustu lavaboya. Sonra başı döndü tekrar, ayakları çözüldü, dizlerini yere öyle bir hızla vurdu ki, kendine gelmesini sağladı dizlerindeki acı. Arkasındaki kapı açıldı, küçük, kesik bir çığlık duydu. Tam bu noktadan sonrasını ise hafızasında yer ettiremedi. Yarım kaldığı uykusuna gider gibi sessiz bir hamleyle yere uzandı. Gözlerini kapadı.

5 Eylül 2009 Cumartesi

Busch Gardens Hakkında








Hakkında Serisi3 - Busch Gardens Europe, VA
Hakkında serisine devam ediyorum. Üçüncü başlığım, Williamsburg şehrinin ve Virginia eyaletinin uluslararası müşteri çeken, dünya çapında roller coaster'ları ile ünlü eğlence bahçesi Busch Gardens. Yine biraz memleket özlemi içinde yazıyorum. Yaklaşan dönüşün verdiği rahatlık, huzur, ama yine de özlem. Elimde bir Coor's light bottle, media playerımda Erkan Oğur- İ. Hakkı Demircioğlu. Yazmaya başlamadan önce, bu şarkının bitmesini bekleyeceğim (Yazmadan önce söylemem gerek, bu yazı içinde kullanılan tüm görseller, kendi fotoğraf makinamdan alınmış olup, tüm hakları saklıdır).

Busch Gardens Europe , 6 Avrupa ülkesinin birer prototiplerinin olduğu bir eğlence bahçesi olarak tanımlanabilir. İrlanda, İskoçya, İngiltere, Fransa, İtalya ve Almanya bu ülkeler. Belirli noktalardan kalkan treni yakalarsanız, 20 dakika içerisinde, bu yerlerdeki güzel mekanları görebilirsiniz. Kısa bir tren turu ile mekan hakkında biraz bilgi sahibi olabilirsiniz. Ülkelerin içerisinde, ülke iklimini veya tarihi geçmişini yansıtan bir tane roller coaster, ülke ile birlikte anılan eşyaların satıldığı bir store center, küçük fun fair tarzı oyunlar, şanslı iseniz bir tane sinema veya teleferik bulabilirsiniz. Her ülkenin kendi otoparkı da mevcut.

İrlanda, girişte karşınıza çıkan ülke. İlk roller coaster'a orada biniyorsun muhtemelen (benim için öyle olmuştu). Sarı renkli roller coaster'ın adı "The LochNess Monster". İlk roller coaster için ideal, ne sıkıcı, ne de abartı heyecanlı. İrlanda'daki 4 boyutlu sinema, gerçekten beni hayranlığa düşürdü. Dördüncü boyutun ne olduğunu merak eden bir çok insan oldu, belki siz de merak etmişsinizdir, dördüncü boyut his. Yani koltuğunuz hareket ediyor, sarsılıyor, ya da rüzgar ve sis ile dolabiliyor bir anda salon, en bombası ise denizden yüze su sıçrayan bir sahnede, suratıma fışkıran sular idi. Irish Pub ve İrlanda kültürünün bir çok örneği ile de karşılaşmak mümkün.

İtalya, gerçekte İngiltere ile sınır komşusu olmasa da, yokluktan İngiltere'nin altına konulmuş. İrlanda'dan çıktıktan İngiltere üzerinden ulaşabilirsiniz şehre. Escape from Pompeii ile Pompeii bölgesinin yanardağından, serin sulara atladığın bir kanoya binip ilginç bir maceraya çıkmanız mümkün. Yine güzel bir roller coaster ile (mor) 73 mile kadar hızlanıp, dalış yapmadan İtalya'dan ayrılmamanızı öneriyorum. Kartal ve kurtlar vadisi olarak iki ayrı doğal habitata girip, çok yakından bu iki sevimli hayvanı görebilirsiniz. Özel bir de kuş havuzu var. İsteyenler bu renkli kuşların yemini 3 dolara alıp, elinde kuş tutmanın zevkine erişebilirler. Ayrıca bir tane de teleferik var bu ülkede. Ayrılması zor olsa da, Almanya'ya geçmek için yolumuza devam ediyoruz.

Almanya, OktoberFest alanı ile iç içe ve Busch Gardens'ın tam merkezinde. İlk olarak karşınıza çıkan 3d sinema ve korku tüneli ile bir maceraya atılmak için birebir. Busch Gardens'ın denizi ve yeşilinin buluştuğu mekanlara gezi yapan bir tekne turu yapmadan bu şehirden ilerlemeyin. Gerçekten bu kadar yeşil ve maviyi başka bir yerde bulmanız mümkün olmayabilir. Tekne turundan sonra Alpengeist (beyaz) roller coaster ile kayak tarzında yapılan bir dalış ve dönüşler selinden geçip, Fransa'ya ayak basmaya hazırlanmak gerekiyor. Çünkü Fransa çok çılgın bir yolculuk olacak.

Fransa, girişteki su kanosu ile güzel bir başlangıç yapılan şehir. Busch Gardens'ın dünyaca ününün ve öneminin en büyük sebeplerinden biri olan bir roller coaster da var bu şehirde. Griffon(turkuaz) roller coaster, facebook'ta videoları dönen bir roller coaster. 205 feet'ten dalış yaparak, dünyada bu kadar yüksekten dalış yapan başka bir roller coaster'a şans tanımayıp liderliğe yerleşmiş durumda. En önden bir-iki kere bindikten sonra, sıra amfi-tiyatroda bir hayvan gösterisi izlemeye gelir. Çok keyifli de bir alışverişten sonra, İngiltere'ye doğru yola çıkmaya hazırlanılır.

İngiltere, sıkıcı bir roller coaster, bir kaç basit alış-veriş merkezi ile mekanın, İskoçya ile en küçük coğrafya kaplayan bir mekandalar. Uğrayıp geçersiniz muhtemelen.

Son paragrafı da anlatmaktan çok göstermek üzerine kuracağım. Tekrar etmekte fayda var, yeşil ve mavinin bu kadar doğal biçimde buluştuğu ve eğlendiren başka bir yer bulabilmek muhtelemen mümkün olmayacak, olsa bile çok daha pahalıya mal olacaktır. Her insanın, ömrü devam ediyorken hazır, gidip görmesi gereken bir yer, Busch Gardens.





















Önümüzde bir tane öykü var gibi, en azından zihnimde bir kuluçkası var,

Sevgiler beni takip eden herkese,

Murat Mustafa Tunç

Bu yazıyı yazarken media player'ımda dolanan 12 şarkı

Kız - Dandadadan
Ey Zahit Şaraba Eyle İhtiram - Erkan Oğur & İ.Hakkı Demircioğlu
Yad Eller Duymadan - İsmail Hakkı Demircioğlu
Sarhoş - Duman
Anladım - Cem Adrian
Kimler Geldi Kimler Geçti - Cem Adrian
Güz Bulutları - Kırkaltı
Supermassive Black Hole - Muse (Live in Wembley)
Dead and Bloated - Stone Temple Pilots
Hoppala - Wax Poetic
Gel Yad'a Salma Dilber - Laço Tayfa (bunun bir de Avam Garde versiyonu vardır, leziz)
Whenever I May Roam - Metallica

3 Eylül 2009 Perşembe

work and travel hakkında


Hakkında Serisi2 - Work 'n Travel
Hakkında serisini yazmaya devam ediyorum. İkinci başlığım, yine içeriden bir dille, eğrisiyle doğrusuyla yaşadığım bir tecrübenin sonucu oluştu. Work 'n Travel organizasyonu. Bu yazıyı yazmadan önce kendime 14 şarkılık bir playlist yaptım, biraz okudum (bu yaz gazeteleri ve internet haberlerini yoğunlukla meşgul etmişe benziyor bu organizasyon), şimdi de kalemi aldım elime yazıyorum.

Organizasyon hakkında bilgi geçersem öncelikli olarak, yaz aylarında üniversite öğrencilerinin amerikada J1 çalışma vizesi ile çalışmalarını sağlayan bir olay bu. Türkiye ayağında yurtdışı eğitim ve danışmanlık şirketleri öğrenci bulur, amerikadaki sponsor şirketler iş bulur, öğrenci de bu iki şirkete para öder, uçağa atlar gelir başlar çalışmaya. Kaba olarak böyle bir organizasyon. İşler, kalburüstü zekası olan tüm insanoğlunun yapabileceği nitelikte, iş tecrübesi ya da bilgi dağarcığı, dil becerisi gibi ön koşulu olmayan işlerdir. Basit ayak işleri olarak tabir etmek doğru bana göre, internette ve gazetelerdeki başlıklar ise köle , Kunta Kinte işi olarak tabir etmiş. (http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/12138400.asp?gid=229)

Öğrenciye katkıları olarak sıralanabilecek şeyler, farklı bir kültürün içinde yaşama duygusundan öte bir şey değildir. Hiç bir öğrenci, çalıştığı bu işten referans alıp, CV'sine yazmayı düşünmez. Hizmet sektörünün en alt kademesindeki işlerde çalışılır genel olarak. Fabrikada balık temizleme, otelde kat hizmetçisi, bar-lokantalarda bulaşıkçı, eğlence parkında birbirinden gereksiz, eğlencesiz işler. İş tecrübesi sabit ve basit olduğundan, iş dışı hayattan kopardıkların Türkiye'ye dönüşünde elinde kalacaktır. İş dışı hayat ise, etrafı gezip, konserlere gitmek, arkadaşlarında sohbet etmek, film izlemek, kendince eğlenmeye ve vakit geçirmeye çalışmak, ya da Türkiye'ye dönüşünde başlayacağın bir projeye ayak yapmak civarında dolanır (bilmiyorum şimdiye kadar ne kadar iyimser olduğumu farkettiniz mi?). Paraymış diyolar bu programın en büyük katkısı, değil. İngilizce imiş, o belki biraz. Amerikayı gezip görmekmiş, inanıyorum ve tecrübe ile görüyorum ki iş bitişi amerikayı gezmeye vakti, parası ve niyeti olan mutlu azınlıktan biriyim. O da pek sayılmaz yani.

Öğrenciden götürüsü olarak özellikle sıralanacak bir şey yok bence. En kötü tecrübeler bile, ki çok kötülerini yaşadım, hep bir getirisi olan noktaya geleceğine inandığım olaylardır. Gerzek bir işverene sahip olup, sürekli ordan oraya çağırılmak, işe giderken adımlarının geri geri gitmesi, üstelik iş yok bahanesi ile para kazanmamızı engelleme çabaları, işten ayrılma kararı aldığında ise, vizenin iptal edilip sınır dışı edileceğine varan tehditler. Hepsinden bir şekilde sıyrıldım ama stres dolu bir kaç haftam oldu, şu güzel yaz günlerinde. Öğrencinin kendine güveninin azalması olarak belki bir şeyler daha karalanabilir. Eyalette çalıştırılan en az çalışma ücreti ile çalıştığını bilmek, bir tarafta Türkiye'nin en iyi üniversitesinde eğitim görmek, diğer yanda üzerinde çalışan süpervizörün bilgisayar kullanmayı bilmediğini görmek, insana ciddi anlamda güven sarsılması yaşatıyor. Yine okuduğum bazı haberlerden konuşuyorum, bazı öğrenciler sokaklarda uyukluyormuş. Hatta birisi şizofren olmuş, amerikaya geldikten bir ay sonra (http://www.ntvmsnbc.com/id/24986737/) (http://www.milliyet.com.tr/Yasam/SonDakika.aspx?aType=SonDakika&KategoriID=15&ArticleID=1121901&Date=27.07.2009&b=ABD%20ruyasi%20Work%20and%20Travel%20programinda%20skandal&ver=4802). Komik, inanılmaz geliyor haberler kulağa, bana da manşeti gördüğümde öyle gelmişti, ama Türkiye'nin en güvenilir haber kaynağından okumak böyle bir haberi, ve sürekli bu tarz haberlerle karşılaşmak kafalarda bir soru işareti oluşturmuyor değil. Ve gözlemlediğim kadarıyla söylüyorum (burda zilyonlarca work 'n travel öğrencisi arkadaşım var), öğrenciden en büyük götürüsü, bu güzel yaz gününde yaşanılan kronik mutsuzluk. Tüm öğrencinin başındaki en büyük bela. Seneye asla diyen büyük bir çoğunluk var.

work and travel alaska hakkında tecrübe etmediğim ama çok yakın bir arkadaşımdan aldığım haberlere göre, para kazanmak açısından çok uygun ortamlarda yaşıyormuş, fakat çok çalışmak, çok ağır işlerde çalışmak gibi sıkıntıları varmış. İki haftada 1200 dolarlık paycheck görmüş olup, haftalık konaklama kirası da 30 dolar. Fakat sabah, öğle, akşam burnunun direğinin kırılmasına yol açan, domuz-balık kokusu çekilmez derecede. Çok kötü şartlar, şans ile azınlık denk gelen, üstelik muallak olan biriktirilecek para. Karar sizin.

Organizasyonu yöneten şirketler ise güvenilmez. Her biri beton duvarlar arasında problem dinleyip, sorumluluğu üstlenmeyecek kaçamak cevaplar veren insanlardan oluşuyor. Hiç bir öğrenci üzerine hiç bir yasal sorumluluk almayan, fakat öğrenci başı 1100-1500 arası değişen miktara asla hayır demeyen topluluklar. CIEE, bu şirketlerin amerika ayağı, anlayışsız insanlardan oluşan başka bir topluluk. Öğrenciyi sıkıştırmak, vize iptali ile tehdit etmekten başka hiçbir işlevini görmedim. Şikayet durumunda ise, dosya açıp, ilgilenmemek üzerine master yapmış bir güruh insandan oluşuyor.

Organizasyon sürecinde tecrübe edilmiş bir kaç anı: Amerikaya geliş ile sosyal güvenlik kartının eline ulaşması arasında bir aylık bir süreç var, ve bu süreç içinde işvereni tarafından işinden çıkarılıp, hiç bir yasal hakkı olmadan başka bir eyalete geçmek için 26 saat otobüs yolculuğu yapan bir arkadaşım, çalışma vizesi 1 ekime kadar fakat amerikada bulunma(yaşama) vizesi 1 eylülde sona erdiği için 1 eylülde işten çıkarılan, ve şu anda amerikadan ayrılmadığı için fiilen suç işleyen bir arkadaşım, Türkiye'de garanti edilmiş çalışma saatlerinin altında çalışan, bunun verdiği yasal hakla işten ayrılan, fakat vize iptali yapılacağı söylenip içten içe tehdit edilen bir ben var elimde. Dahası da var, ama o hikayeleri paylaşabilmek için gerekli olan bir adet sağlam mideyi bu yazıyı okuyan herkesten rica edemediğim için yazmıyorum.

Hakkındaki internet haberleri : Son paragrafı ise organizasyon hakkında manşete çıkan internet haberleri oluşturmakta.

http://www.ntvmsnbc.com/id/24986927/

http://www.ntvmsnbc.com/id/24986737/

http://haber.sol.org.tr/ekonomi/work-and-travel-koleligi-haberi-16101

http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/12138400.asp?gid=229

http://www.milliyet.com.tr/Yasam/SonDakika.aspx?aType=SonDakika&KategoriID=15&ArticleID=1121901&Date=27.07.2009&b=ABD%20ruyasi%20Work%20and%20Travel%20programinda%20skandal&ver=4802

Hakkında serisi muhtemelen yarın, Busch Gardens Europe, VA, ile devam edecek,

Murat Mustafa Tunç

Bu yazıyı yazarken media player'ımda dönen 14 şarkı
My hero - Foo Fighters
Privilege - Incubus
Heartbreaker - Led Zeppelin
Deprem - Malt
My Istanbul - Mizan
Bulls on Parade - Rage Against the Machine
Ağlama - Pinhani
Deminki Parça - Quartet Muartet
Blue Angel - Squirrel Nut Zippers
Come Together - The Beatles
Across the Universe - The Beatles
Yellow Submarine - The Beatles
Kafam Seninle Güzel - Zardanadam
Gel - Gren

2 Eylül 2009 Çarşamba

amerika hakkında

Hakkında Serisi 1
Söylemek istediğim, içimde çok cümle birikmiş birkaç şey var. Bunları paylaşmayı düşündüğümde hemen ilk aklıma gelen de amerika oldu. 11 buçuk haftayı devirdim bu ülkede, birkaç söz söylemek lazım gelir artık.

  • İnsanlarının birçoğu sempatik. Çok konuşkan, sıcak ve samimi insanlar. En basit hislerini bile doyasıya yaşıyorlar. Bunun sebeplerinden birisi diye tahmin ettiğim, Amerikada yaygın olan bir kural var, 5-10 kuralı. İki insan birbirini tanımasa bile, 10 feet'te (3 metre yakınlıkta) göz teması kurup, 5 feet'te(1.5 metre) konuşmak durumunda. Bunu zorunluluktan yapmıyorlar, alışmışlıktan yapıyorlar. Soğuk buzdan duvarlar içerisinde değil de, dışarıya ilişkiye ve etkileşime açık bir şekilde yaşıyorlar. Fakat duydum ki, bu durum New York'ta geçerli değil. New York'ta selam verdiğin adam, sana şüphe ile bakıyor , karşılık vermiyor, diyorlar. Ne kadar doğru bilmiyorum, 8 gün sonra New York'ta olacağım. O zaman daha net fikrim olur. Eklemek istediğim son şey, insanlarının çok önyargılı oluşu. Beyaz-siyah kavgası hala var. Ortadoğulu Müslümanlara dair akıl almaz bir aşağılanmış figür koymuşlar kafalarına, onu sayıklıyorlar sürekli. Oteldeki müşterilerden birisi benim Müslüman olduğumu öğrendikten sonra " Niye birisi bir şey çaldığında, elini kesiyorsunuz" diye sorması, vs.
  • İklimi güneşsiz bir iklim. Ebru buraya gelmeden önce, Latin Amerikalı birisinin rengindeydi, insanlar onunla İngilizce anlaşamayınca, İspanyolca konuşuyorlardı. Haziranın başında böyle birisinin Eylül'de nasıl açık bir renge sahip olduğunu görmek beni hala şaşırtıyor. Türkiye'de böyle alışmamıştık, güneşsiz gün pek yoktur. Amerikanın iklimi ise bulutsuz güne sahip değil. Memlekete güzel yağmur yağıyor ama, deyinmeden geçmeyelim.
  • Amerika insanının günlük hayatları sabahın çok erken saatlerinde başlamakta. Saat 9da işe başlıyorum, şu ana kadar 9da çaldığım odaların hiçbiri şimdi uyuyorum sonra gel demedi. Türkiye'de tatilde 8de, 9da kalkmak biraz ayıp, kim ne derse desin. İnsanlar, dinlenmek ile uykuyu fazla kaçırmak arasındaki farkı algılamış durumda burda. Ama gelin görün ki, gece saat 10dan sonra sokakların boşalması, barların 12den sonra insan alımını durdurup, 1de kapanması, yine Türkiye'deki tatil mekanlarından sonra çok ters geldi bana. Tekrarlıyorum, amerika içinde çok popüler bir tatil mekanında, 3mil kumsalı olan bir yerde yaşıyorum. Yine de geceleri suskun ve tekin olmayan bir yere dönüşüyor amerika.
  • Ekonomisi çok kötü durumda şu aralar. Geçen sene iki işi olan, üçüncü iş teklifleri alan work 'n travel öğrencileri söylüyor, "bu sene çok durgun piyasa". Virginia eyaleti, yaşadığım eyalet, geçen sene CIA tarafından amerikanın en güvenli eyaleti seçilmiş. Halbuki, benim başıma gelen 2 hırsızlık vakası var, Ebru'nun odasına giren ve cüzdanından 10 dolar çalan, oda arkadaşlarının çantalarını araklayan yine aynı hırsız. Aldığı ilk gün bisikletini çaldıran insanlar, vs. Ben ki, çok küçük bir kısmını işgal ediyorum bu ülkenin, benim başıma bu kadar olaylar gelmişse, god bless amerika. New York'ta 2 milyon insanın evsiz olduğunu ve bu büyük problem için evsizler departmanı ( Department of Homeless Services) mevcut bulunduğunu biliyor muydunuz? Bu yazıya eklediğim iki görsel de bu çelişkiyi ifade ediyor, büyük umutlar ve amerikan dream mı, yoksa evsiz yoksulluk mu?
  • Müziği ölmüş bitmiş. Çok dinliyorum burda radyo kanallarını, müzikal aktiviteleri. Müzik bu adamlar için akşam yemeği gibi bir şey. Müziksiz bir cadde bulamazsınız, sokaklarda hoparlör var, caz müzik yayını yapıyor belediye. Her gün konser veren zilyonlarca ismi bilinmedik müzik toplulukları var. Fakat yeni, etkin bir müzik yok artık. "Oldies" almış başını gidiyor. Günde 6 saat dinliyorum müzik kanallarını, özellikle rock kanalı dinliyorum (ninety-nine rocks), beş şarkıdan dördü 90 öncesi şarkılar, lynyrd skynyrd, beatles, aerosmith, bon jovi, guns n roses. Sürekli aynı döngü. Yeni dönem rockçılardan Jason Mraz (düşün artık popçu adam) ve Foo Fighters çalıyor, ötesi yok. Sokak müzisyenleri de sıkıcı olabiliyor. Müzikleri yeniliği kaldıramayacak kadar kalıplaşmış. Eski grupların yeniden toplanması modası, en büyük yenilik müzik piyasasında (stone temple pilots turnesi aşağı, stp turnesi yukarı).
  • Kültürünü ikiye ayırmak lazım. Soluk benizli kültürü, Afrikan Amerikalı kültürü. Siyah-beyaz diye başlıklandırmak istemedim, çünkü çok farklı boyutlara çekilmiş durumda o tartışma. Siyah insanların ezilmekte olduğu, aslında bir bakıma yenilmiş bir kültürün sonucu. Soluk benizli kültürü çok baskın durumda, yenilmiş Afrikan Amerikalı kültürünün bu duruma tepkisi iki yönlü, öykünmek veya inatlaşmak. İnatlaşan insanlar ağzında beyazların ırkçı faşistlik yaptığı söylevi sakız gibi, bir oraya bir buraya alınmakta. Öykünenler de, kendi renktaşlarına "nigger" demekte. Soluk benizli kültürünün galibiyetini anlamak için, temizliklerinden ve ekonomilerinden örnek vermek lazım; temizliklerine önem veren insanlar. Oda hizmetleri departmanında çalışıyorum, benden oda temizliği istendiğinde hep elime tutuşturulan bahşiş ve birkaç talimat üzeri teşekkürden çıkardığım sonuç, saygıdeğer bir temizlik anlayışlarının olduğu, ve bu anlayışlarını devam ettirmek için ceplerini boşaltmaktan çekinmedikleri. Afrikan Amerikalılar ise, daha sağlıksız bu konuda. Afrikan Amerikalıların temizliklerine bakarak, içlerinde bir çingene barındırdıklarından bahsetmek mümkün. Çingene kültürüne laf atmak istemiyorum, sadece ağızlarda dolanan manada kullandım çingene kelimesini, temizliğine önem vermeyen insan anlamında. Afrikan Amerikalıların gördüğü zulme de bakışım, "müstahak bu insanlar" söylevini içermiyor. Sadece birkaç gözlem ilettim.
  • Amerikanın farklı tanıtıldığını yaşamadan öğrenmek zor olsa da, bu yazı ile amerikayı tanımaya başlayan bilgi dağarcığımı paylaşayım istedim.

Hakkında serisinin yenisi work 'n travel organizasyonu ile ilgili olacak muhtemelen,

Sevgiler herkese,

Murat Mustafa Tunç

Bu yazıyı yazarken media player'ımda dönen 12 şarkı
That Smell - Lynyrd Skynyrd
I'm Yours - Jason Mraz
Quotes - Dredg
Paranoya - Duman
Gidersen - Jehan Barbur
Still of the Night - Whitesnake
Arjantin - Yasemin Mori
Would - Alice in Chains (unplugged version)
Preaching The End of the World - Chris Cornell
İstanblues - Bulutsuzluk Özlemi
Fake Tales of San Francisco - Arctic Monkeys
Lazy - Deep Purple


1 Eylül 2009 Salı

Deneme Yanılma

Selamlar,

Üst üste gelen garip fikirlerim üzerine düşündüm bu blog açma olayını. Unutkan biriyimdir ben, pek çok ilginç şey düşünür, bunların büyük bir çoğunluğunu hayata geçirmeden silerim belleğimden. Ya da bir sürü güzel söz bulur, söylemeden unuturum. Lise hayatımda da geçerliydi bu. Zilyonlarca müzik yapıp, sabahına hatırlayamadığım olmuştur. Bir müzik defteri tutup, bestelerimi kayda almayı akıl edene kadar kim bilir kaç tane güzel şarkı dinleyicilerimden uzak kalmıştır. Sonradan aklıma gelen kayda alma olayı ile bestelerim can bulmuş oldu. Yani hiçbiri milyonların kulağına gitmedi tabi, fakat anlatmakta olduğum şey, müziğimi paylaşmış olmaktan yaşadığım hazdır. Bunu fikirlerimi paylaşmakta da bulabileceğimi farkettim. Müziğimi kayıt altına aldıktan sonra paylaşır olmuştum, geçen gün wal-mart'tan çıkınca fikirlerimi de kayda almak geldi aklıma, denemekten zarar gelmez dedim ve günlük tutmaya karar verdim. Günlük dediğime de aldırmayın, modern adıyla anılan bu küresel dünya şartlarındaki en kullanılabilir ve paylaşılabilir günlük bu sitedir. Ne bir kalem, ne defter vardır, primitiv günlük standartlarının dışında yani.

Demem o ki, beni dinlemeye niyeti olanlar için bu site artık en uygun meydandır, duyurulur.

Ha diyeceksiniz ki ekşisözlük'le de paylaşabilirsin düşüncelerini. Onu da yapıyorum arada. Fakat ben o platformda bulamadığım şeyleri buluyorum burda. Orda yaptığın tek atımlık söylevlerden öteye gitmiyor, malesef. Ben fikirlerimi paylaşmak derken, eğrisini doğrusunu tartışmak da istediğimi farkettim. Ekşisözlük'te artık kimse eskisi kadar özel mesajın büyüsüne inanmaz oldu. Eskiden Çilekeş'in Katil Dans klibinin yönetmeninden bile, videokliple ilgili yaptığım bir yoruma özelden cevap aldığım olurdu. Artık eskisi gibi özel mesaj ile kimse fikrini tartışmaz oldu. :), :O, :( butonlarına tıklayıp haftanın en güzel 20 entry'si için oy verip çeviriliyor kafalar. Umuyorum ki yazılar altına yapılan yorumlar, fikirlerimi tartışma platformu olacak benim için.

Deneyelim görelim,

Her gün bir yenisiyle karşınızdayım,

Murat Mustafa Tunç

Bu sayfayı yazarken media player'ımda dönen 12 şarkı :
Duman - Dibine Kadar
Redd - Don Kişot (son albümü dinleyin, muazzam)
Dewreso - Metin,Kemal Kahraman
Red Hot Chili Peppers - Readymade
Red Hot Chili Peppers - Desecration Smile
Red Hot Chili Peppers - Can't Stop
Coldplay - Shiver
Coldplay - Don't Panic
Radiohead - I Might Be Wrong
Coldplay - This Cold
Radiohead - No Suprises
Oasis - Don't Look Back in Anger