28 Ekim 2010 Perşembe

konser sonrası vol.2

Müzikus BronxPi Sahne


Canımdan çok sevdiğim Müzikus'un İstanbul'un içine taşınma isteği yavaş yavaş gerçekleşmeye başlıyor. Bu senenin hemen başında yaptığımız bu BronxPi Sahne konseri ile de bunun sinyallerini vermeye başladık. Konserde sahne alan Müzikus grupları ise, sırasıyla Never Say No To Panda, Add-Drop, Beebots idi.

Never Say No To Panda, geçtiğimiz Müzikus BronxPi konserinde "Hitmen" ismiyle yer alan grubun solistinin değişmiş versiyonuydu. Fakat, yaptıkları müziği hardcore rock, metal tarzından, daha alternatif rock'a kaydırmışlardı. Heyecanları yüzlerinden yansıyan grubun bir takım ses sıkıntısı oldu ve vokallerinin sesi neredeyse hiç duyulmadı. Özellikle ilk 4-5 şarkısı, karaoke club müziği gibi idi. Fakat son şarkılara doğru toparlanıp, güzel bir bitiriş yaptılar.

Add-Drop günün bombasıydı. Şahsi olarak en çok izlemeyi istediğim gruptu kendileri. Çok eğlenceli bir repertuvarları vardı. Özellikle bazı yörelerde "kopkop" olarak da adlandırılan, Lady Gaga ve Shakira şarkılarının rock coverlarını çok başarılı bir şekilde yaptılar. Müzikus'un en yeni ama en yetenekli insanlarından oluşan grubu olma ünvanının da sahibi oldular kanımca. Seyirciyi müzikleriyle sarhoş ettiler. Herkes hep bir ağızdan şarkıları söylemeye ve şarkı sonlarında uzun uzun alkışlamaya başladı. Davulcu Nedim'in enerjisi (kafasını ritmik bir biçimde sallaması ve ara sıra dışarıya çıkardığı dili, kendi seyrini zevkli kıldı) çok başarılıydı. Müzikleri çok dolgundu. Kısaca on numara müzik yaptılar, on numara eğlendirdiler. Sahne alan insanların hepsinin yakın arkadaşlarım olması da gururumu bir kademe daha arttırdı.

Beebots ise, "sert müzikten taviz vermeyenleri öne davet etmesi" ile gönüllerde ayrı bir yer tuttu. Smoke on the Water, Big in Japan ( Guano Apes coverı) ve Fuel gibi bir çok sert parçayı, orjinalleri gibi çaldılar. Soloları atarken hiç zorlanmıyormuş gibi görünen Öncü'ye bir kez daha hayran olduk. Gitarist ve vokal Burak'ın enerjisi, seyirci ile bütünleşmesi, bazı şarkılarda mikrofonu seyirciye uzatması izleyenleri sahnenin bir adım daha önüne çekti. Yeni basçıları Çağrı ise kendinden beklenmeyecek derecede iyi bir performans ortaya koydu. Elementi bas gitar olmamasına rağmen yapmış olduğu bu performans, onu ilerideki Müzikus konserlerinde çok daha fazla izleyeceğimiz anlamına geliyor bence. Genel olarak çok başarılıydılar. Konserin kapanışını yapmanın stresini hiç yaşamadılar. Gayet rahat bir şekilde şarkıları performe ettiler.

Kendimle ilgili de ufak bir şey söyleyim. İçkili bir Müzikus etkinliğinde galiba 2 yıldır ilk defa ne görevli ne de konsere çıkan insan pozisyonundaydım. O yüzden özellikle benim için özlenmiş bir duygu olan izleyici zevkini doyasıya yaşadım. İçtim, bağıra çağıra eğlendim. Gerek sahne üzerinde, gerek sahne arkasında bir Müzikus işçisi olma sıfatımı bir kenara atıp, Müzikus konserinde eğlenen seyirci oldum. Bu yüzden bu gecenin yeri benim için apayrıydı. Çok eğlendim, çok zıpladım. Harika bir geceydi.

Viva la Müzikus.

26 Ekim 2010 Salı

konser sonrası vol.1

Feridun Düzağaç


SGM'deki Feridun Düzağaç konserini izlemeye gittim bugün. Yaklaşık 1 yıl kadar sonra bir "SGM etkinliği"ne biletimi alarak, paşa paşa baştan sonuna kadar oturarak izlemeye gitmiş oldum. Hemen izlenimlerimi anlatayım:

Öncelikle Oya'nın olmayışı, beni derin hüzünlere itti. Halbuki Oya'yı çıplak gözle izlemek isterdim (cinsel içerikli konuşmuşum gibi oldu, bir kadın adının yanında çıplak deyince).

Oya'sız kadrosu ile, yani 7 siyah giyinmiş yaşlı erkek grubu olarak Feridun Düzağaç, sahnede ilginç bir şekilde alabildiğine çekici ve sempatikti (ya da çirkinden öte ne kullanılırsa kullanılsın bu tanıma uyuyor) (ayrıca, Feridun Düzağaç diyerek grubu hedef alıyorum, soliste de Feridun diyeceğim artık bu yazıda). Feridun'un "colormatik" gözlüğü, gitaristlerin amfilerinin tasarımlarının güzel, hatta F.D. tabiriyle "şekilli" olması, sahnede bir keman bulunması (kemanın bir kadını çağrıştıran bir enstrüman olması, kadınsız sahnede bu açıdan önemli oluyor) bu güzelliği ve çekiciliği artırmış olabilir pek tabi.

Sahnenin ötesinde, yeni şarkılar ile eskileri çok güzel yedirdiler. İnsanlara, Duman'ın son albümünün hemen sonrasındaki konserinde olduğu gibi "Yea, ben bu şarkıları bilmiyom, eski çalın lan" dedirtmediler. Seyirci ile dialogları ve esprileri hiç sırıtmadı. Konserden bir dialog :

S: Biz FeridunDüzağaçFanSitesi'nden geliyoruz.
F: Ya, fan demişken, salondaki fan'ları bi' açabilir miyiz, sıcak oldu içerisi.

Çok şarkı çaldılar, yaklaşık 2 saat sürdü konser, ve muhtemelen 25- 30 arası şarkı çaldılar (evet, evet). Fakat bir süreden sonra, hazırlandıkları konser şarkılarının hepsini çalmış, fakat salondaki istek üzerine daha fazla şarkı çalmaya niyetlenmişlerdi. Amma velakin unutulmuş şarkılardı bir çoğu (yani Feridun Düzağaç tarafından). Düzgün çalamadılar sondaki şarkıları. Feridun en sonunda itiraf etti : "Şarkılar çok olunca unutuluyor tabi" diye.

Her şeye rağmen çok güzel bir müzik gecesiydi.

Ayrıca, bundan sonra her konser tecrübemi buraya "konser sonrası" serisi ile yazacağım. Takipte kalın.

24 Ekim 2010 Pazar

rakı

Birazdan anlatacağım münferit olay dün gerçekleşti.

Bir gün öncesinde içmiş olduğumuz 1 litre Yeşil Efe ve 70cl'lik Yeni Rakı'yı olduğu yerde bırakmış, yeni uyanmış mahmur gözlerle ailemi karşılamaya gidiyordum. Odadan çıkışımı yaptıktan sonra bir daha odaya geldiğim anın, annemlerle birlikte olacağından habersizdim. Veya "Herhalde oda arkadaşlarım toplar" diye düşündüğümden önemsemedim odanın o durumunu. Aile günü (bkz. bir önceki yazı) bitişinde annemleri odaya davet ettim, biraz oturup dinlensinler diye. Odanın kapısını açtığım anda gördüğüm manzarayı şöyle özetliyorum : Bunu yapan insan olamaz.

TV odasından ödünç (ç)alınmış bir yemek masası, hemen yanında küçük bir IKEA masası, üzerlerinde 5 çeşit meze, 7 rakı bardağı, boş şişeleriyle Yeşil Efe ve Yeni Rakı, ortadaki tabakta leblebi, birkaç bira şişesi, bir adet şarap şişesi.

Manzarayı gören annem (ki kendisi ilk bira içişimin sebebidir "İç, iç, bi' tanesi faydalı bile bunun, böbreği çalıştırır") :

- Karaciğerine yazık.

dedi. Babam :

- İçkiyi ben bıraktım, sen başlamışsın benim yerime.

dedi. Utandım biraz. Sonra da şakaya vurup, "Haydi toplamama yardım edin bari" dedim. Bomboş olan büyük bir çöp kutusunu doldurup, masayı TV odasına geri koydum.

23 Ekim 2010 Cumartesi

veli

Bugün aile günü (bunu mu demek istediniz? veli toplantısı, (veya) homecoming) denilen bir etkinlik vardı okulda. Programı şöyleydi : Önce okulda yapılanlar (mesela 7.nötron yıldızının keşfi, suralp) ailelere anlatıldı. Sonra, sunumlara geçildi. Sunumlar arasında öyle güzel bir konu vardı ki, benim bile gidesim geldi : "Bilmeden nelere yüksek fiyat ödüyorsunuz... Ve niye bunu bilseniz de ödemeye devam edeceksiniz?" Bu sunumların ardından yemek yendi, ve öğleden sonra hist ve sps derslerinin bir prototipi yapıldı. Ailelere güzelce, "Oğlunuzu/kızınızı okula gönderdiniz amma, ne yapıyor bu çocuk" anlatıldı bir tam gün boyunca.

Benim ailem ta Denizli'den geldi dün, sırf bu etkinlik için. Ve bugün benim 2 senede içime işlemişlik ve kanıksamışlığımla zaten doğduğum günden beridir var olduğunu zannettiğim bir çok bilgiden ve olaydan haberlerinin olmadığını öğrendim. Okulu ve olayları hayretle dinleyen aileme kabataslak bir açıklama yaptım. En kısa cümlelerle ve en hızlı şekilde her şeyi anlatmaya çalıştım. Hal böyleyken, okula bir genel bakış atma fırsatım oldu ister istemez.

1- Rektör çok şahane bir adam. O kadar mütevazı ki, her tokalaşmada sanki biz onun ismini bilmiyormuşçasına "Ben Nihat, merhaba" diyor. Başka okullarda, rektörün arabasını görünce sevinen insanlar oluyor.

2- SUNUM (Nano teknoloji lab'ı)'un inşaatı bitip, orda araştırma yapılmaya başlandığında galiba Türkiye'de yarışacağı başka bir üniversite kalmayacak Sabancı'nın, dünyadaki emsalleriyle kıyaslanak.

3- Yemek fiyatları çok pahalı. Ama bu mevzudan hem öğrenciler şikayetçi, hem de işletmeciler. Cihan Köpüklü Kahve'den kola alıp, 2.15 TL verdiğinde "Niye her sene zamlanıyor?" (geçen sene 2 TL idi kola) diye sorup, "Ya sorma, adam akıllı zam yapmamıza izin vermiyorlar ki" cevabını almış.

4- Okul arazisi çok büyük. (müş. Bunu annem dediğinde, "Harbiden lan" dedim içimden)

5- Shuttle'lar saniyesi saniyesine söylenen saatte kalkıyor. (muş. Bunu da babam dedi, şaşırmış baya bu duruma. 30 saniyeyle falan kaçırmışlar shuttle'ı)

Aklıma geldikçe ekleyeceğim bu listeye.

17 Ekim 2010 Pazar

bitince bu mutlu düğün

Şimdi, dünkü kına gecesi özetimi okuduysanız, bunu da okuyun, serinin devam filmidir çünkü bu yazacaklarım.

Nikah gündüz saatlerinde oldu. Nikah salonu dedikleri yer, bir nevi tiyatro salonuydu aslında. Sahne, sahnenin önünde protokol koltuklar ve protokolün arkasında normal izleyici koltukları vardı. Sahneye çıkanları izleyip, her "evet"de alkışlayan seyirciler de işe iyice tiyatro havası kattı.

Nikahtan sonra da fasıla gidip, aile arasında bir düğünümsü düzenledik. Ayrıca farkettim ki, bana "rakı-balık-künefe" deyin, her yere giderim.

16 Ekim 2010 Cumartesi

kız kınası

Halamın nikah töreni dolayısıyla yapıyor olduğum iki günlük Denizli seyahatimin tam ortasındayım şu anda. İlk günün sonunda, güne kısa bir bakış atacağım.

Biraz daha geriden başlamaya karar verdim. Salı günü öğle vakitlerinde Denizli biletimi aldığım anda sadece 1 tane ödevim vardı hafta sonu için. Şu anda ise toplamda 6 tane. Murphy diye bir amca varmış, kural mural koymuş "diyollar".

Denizli ziyaretim kesinleştikten sonra verilen 6 ödevin sorumluluğunu üzerimden atamadığım için, bir çanta dolusu kitap ve akustik gitarımla geldim buraya. Sabahın ilk ışıklarıyla geldiğim memlekette yaptığım ilk iş aileyle kahvaltı oldu. Akşam da kına gecesine gittim haliyle.

Kına gecesine damat gelmezmiş adetlere göre (ilginç bence). Çocukluğuma dair hiç bir kına gecesi zihnimde yer etmemiş meğer, hatırlamıyordum nasıl olduğunu. Gece boyunca sanki dünyada ilk defa böyle şeyler yapılıyormuşçasına hayretle etrafımı izledim : kına yakıldığında herkesin ağlamasını, söylenilen ağıtları, ikram edilen gül lokumlarını vs.

Heyecan ve merakla gittiğim ilk nikahtır bu. Zira düğünlerde sıkılırım ben hep. İlk defaya mahsus olan bu heyecanımın sebebi ise ilk defa değer verdiğim iki insanın evleniyor olması galiba. Daha önce damadı ve gelini nikahtan önce arkadaşmışçasına tanıdığım olmamıştı.

Yarın nikah, akşamında yemek olacak. Benim ise hala 6 ödevim, saat 22'ye otobüsüm ve pazartesi sabahına lab'ım var.

11 Ekim 2010 Pazartesi

buGeçerliBİrBahaneDeğil

Benim buraya uzun süreler yaz(a)mamamdaki sebepleri açıklıyorum bu yazıda. Mesela, geçen perşembe akşamı 23-01 arası halı saha yaptık, hava da soğuk mu soğuktu, hastalandım. İlaç almadan hastalığı atlatmak konusunda diretip, çorba-ıhlamur ikilisine başvurdum. Hala burnumun bir deliği tam takır çalışıyor değil, ama inancım tam.

İkincil olarak da, ödevlerim 3. haftanın şu ilk günlerinde çok gereksiz bir şekilde arttı. Lab assignment'lar, okuma ödevleri, ispatlar, örnek çözümlü ödevler, her an quiz olabilir havası akademik hayatımı daha dikkatli bir şekilde yaşamam gerektiğini hatırlattı bana. Ayrıca her hafta yaklaşık 200 sayfalık kitap okuyorum çünkü o kitabın tartışıldığı bir dersim var bu dönem (Modern Turkish Literature).

Üçüncü sebep, yarın bir konserim var. Müzikus'un ilk partisinde Jukebox'ın altında çalacak bir grubum var ve haliyle konser öncesi provalarım oluyor. Provalardan yorgun gelip, yatıyorum hemen.

Son ve en zevkli sebebim de, Müzikus. Yarınki partinin sorumlusu oldum, afiş asılmasından güvenlikçilerle konuşulmasına kadar her şeye koşuşturuyorum. Parti tanıtımlarındaki standın kurumunu yapıyorum, gerekirse stand başında Müzikus'a insanları üye yapıyorum.

"Allah kahretsin, çok meşgulüm, off yhaa" tribi atmışım gibi olmuş. Amma, lakin ki öyle değil.

Alakasız dip not : Peyami Safa'nın Sözde Kızlar kitabının dizisi çekilse Aşk-ı Memnu'dan fazla tutar yeminle. Zaten kitabın yakışıklı karakterinin adı da Behiç. Behlül'ü unutamayan Türkiye halkı, Behiç'i iki gözü yaşlı karşılayacaktır. Yok mu radyo-televizyon okuyan bir okur, ayarlayın olm bişeyler.

4 Ekim 2010 Pazartesi

karabasan

Korkunç bir hikaye anlatacağım. İki gün önce, yatağıma yattığımda kulağımın içinde çok gürültülü, gitar amfisinin feedback yapmasına benzeyen sesler duydum. Sesin rahatsızlığından sola döndüm, sağa döndüm, sesler azalmaya başladığında da uykuya daldım. Hemen uykumun başlangıcında, sağ tarafımdan omzumu dürten bir köpek hissettim. Görmedim ama, hissettiğim kadarıyla burnuyla omzumu dürtüyordu. Hafifçe sağa dönüp, köpeği savuşturdum. Köpek inat edip üzerime çıktı (pati gibi bir şeyler hissettim), üzerimden hemen atlayıp sol tarafıma yattı (yine görmüyorum, sadece hissediyor /veya hayal ediyorum). Ben de soluma dönüp, köpeği tekrar kovmak için hamle etmeye çalıştığımda, vücudumun tek bir eklemini bile oynatamadığımı farkettim. İçimden 5'e kadar saydım: "1, 2, 3, 4, 5, şimdi dönüp köpeği kovuyorum" deyip, bunu tekrarladığım 3 kerede de hareket edemedim. Son olarak aniden uyandığımı hatırlıyorum.

Küçüklüğümüzde geceleri mahallenin en popüler oturma köşesinde, mahallenin gençleri olarak oturduğumuz yerde, birbirimize korkutucu hikayeler anlatırdık. Ben hariç herkes, gece gelen karabasan hikayelerini anlatırdı. Üzerlerine çıktığını hissettiklerini ve kıpırdayamadıklarını anlatırlardı. Belki okuyanlar olarak aranızda böyle benzer hisleri tatmış olanlar da vardır, bilemiyorum. Bildiğim şey şu ki, köpek olarak hissettiğim şey muhtemelen bir köpek değildi.

Ayrıca en son beş gün önce beyti yediğim gece, saçma sapan kabuslarla dolu bir gece geçirmiştim. Çok soğuk olan yurt odamızın penceresini, gecenin bir vakti bolca ter basmasından dolayı açmıştım. Kötü bir geceydi kısaca. Bu akşam yemeğinde tekrar beyti, üzerine de kaymaklı künefe yedim. Bir süre yemek yemeyi ve bu gece uyumayı düşünmüyorum.

Facebook profilimi güncellemek lazım bi' ara.
Dini inanç : Künefe.
Siyasi inanç : Kemal Paşa.

2 Ekim 2010 Cumartesi

alkolAldıkMı

Geçen yine taksimdeyiz arkadaşlarla (bu kalıbın hastasıyım). Birdenbire, sol elimi masaya çat diye vurmak suretiyle sabit bıraktım. Ne başlatmaya çalıştığımı anlayan masa arkadaşlarım (Esat, Nogay, Atilla, Doğu) art arda elimin üzerine şaplaklar atarak oyunuma eşlik ettiler. Her şaplakta bir "aaah" yükseldi, her "aaah"la birlikte birkaç damar çatladı. Oyunun sonunda hiç bir şey hissetmesem de (muhtemelen alkolün etkisiyle), sabah uyandığımda elimdeki acı ve gözle görülür morluklar "niye ?!!" sorusunu sordu bana. Cevab veriyorum : "Sarhoştum, hatırlamıyorum."

Ayrıca, ben "cevab veremedi", "olm" veya "X gibin" şeklinde şeyler yazmayı sevdiğimden öyle yazıyorum, doğrusunu bilmediğimden değil. Türkçenin güzel kullanılmasını her zaman için destekledim. Üniversitedeki tek öğrenci dergisini çıkaran kulübün başkanlığını ve editörlüğünü bile yaptım. Bu tarz konuşma bozukluklarını özellikle kullanma sebebim, blogumun samimi bir konuşuyormuşluk havasına bürümek istememdir sadece. "Ha, bunu da böyle bilsinler."