28 Ocak 2010 Perşembe

Konser II

Bundan tam bir hafta önce, bir gün sonraki proj sunumuna "sokiyim ya" deyip, Jacky Terrasson (ceki teğaso okunur, ebeveynlerinden birisi fransızmış, biz babasıdır diye tahmin ettik, siz de öyle yapın) konserine davetiyemizi alıp, yola çıktık.

Konserle ilgili söyleyebileceğim tek güzel şey, şarap ve yemek ikramlarıydı.

Şaraplar, Güler Sabancı'nın kendi ürünüymüş. "Ehue, üzümleri kendisi mi eziyomuş tek tek" diyen olacaktır, "yok abi, öyle değil, kendisi sadece üretimini kontrol ediyormuş şarapların".

Yemekteki kısırın içindeki nar ise, ayrı bir zevk-ü sefa yaşattı bizlere.

Hazır müzikten az buçuk anlamaya başlamış ve jazz müziğin İlhan Erşahin ile dibine vurmuşken, biraz da klasik jazz dinleyelim dedik. Adamın ilk şarkısı şöyleydi, "Merhaba, bu piyano, ve bundan ses çıkıyor." Diğer şarkılarda doğaçladı, ama öyle doğaçladı ki, "Saat kaç oldu ya"lar ve "Aa ütüyü fişte unutmuştum, ben gideyim"ler arttı bi süre sonra. Son şarkıdan sonra, "Hadi hadi bis yok, oley" dedik, ama üç alkış sonra tekrar gelince Teğaso, üzüldük resmen, "Hadi abi, doğaçla bitsin".

Referanslar;

- 91 (sakallı tavernacı)
- 112 (ekşi)
- 116 (michael jackson)

yükselişteyim bence.

Duygusal olarak da -11'i yaşıyorum, birazdan -10 olucak.

19 Ocak 2010 Salı

Kar

Yine cümleler şeklinde geçecek bir kayıt olacak bu. Şu anda yazabileceğim tek kompozisyon, taylor serileri ile ilgili çünkü, onu da okumazsınız bence.

Bugün kar yağmasa hava ortadan ikiye ayrılacaktı ve kendimizi aniden sahra çölünde bulup, at üzerinde gelen iki silahlıya "Turgkce bilyor mısınuz?" diyecektik bence. Ne biçim soğuktu o öyle.

Kar yüzünden Koç Üniversitesi'nin 20.01.2010 tarihli finalleri iptal edilip, ertelenmiş. Hadi olum coni, başarabilirsin.

Yarınki matematik sınavına çalışmayan bir tayfa var. İki midterm'ün yüksek olan notu final olarak sayılıyor bu sınava girmeyenler için. Ben hala Taylor.

7/24'teki kimse ders çalışmıyor, solitaire de oynamıyorlar işin kötüsü, güzel güzel oyunlar yüklemişler, yüksek çözünürlükte stratejik savaşlar yapıyorlar. Bir teorim var bu noktada, bence 7/24 insanların burada geçirdikleri sürenin, burada ders çalışarak geçirdikleri süreye oranı.

Hazır iki hafta kalmışken, azcık daha heyecanlanalım diye şu linki veriyorum. http://img24.imagevenue.com/img.php?image=99650_lost_supperr_122_437lo.JPG#

14 Ocak 2010 Perşembe

Finaller

Hist 192 prospektüsü - Yan etkiler, geyik

Kendi aldığım amfi notlarına çalışıyorum. 5 Ocakta şöyle bir şey yazmışım: "1959 Londra Konferansı : Aslında 1923'ten beri adanın (Kıbrıs'tan bahsediyorum) Yunanistan'a girmesi düşünülüyor."

Allahtan konferansta Osman Bay Demir (bilerek yanlış yazdım) yokmuş o sıralar. Yanlışlıkla söz verirler ona, "Yunanlılar, şu karşıdaki ada var ya, size girsin, eheh eheh".

Ve Kıbrıs "adamınız gol dedi" kuralı ile Yunanistan toprağı olur.

Hassiktir diyorum, hassiktir.

12 Ocak 2010 Salı

Hist 192 sınavı öncesi

Modernleşen Türkiye'nin Tarihi'ni okuyorum. Tarih finaline az zaman kaldı. Kitapta ilgimi çeken bir pasaj var, onu paylaşacağım birazdan.

work 'n travel ile ilgili bir yazı yazmıştım fi tarihinde, isterseniz onu okuyun bu alıntılardan önce. Ama biraz gazete okuduysanız veya ntv haber sitesini takip ettiyseniz bu yaz, o da kafi. Eminim rast gelmişsinizdir work 'n travel haberlerine.

Almanya'ya işçi gönderimi 1970'lerin hem devletin ekonomi politikası açısından, hem de dönemin kırsal kesimindeki vasıfsız sayılan (gerçi ilk gidenler vasıflı teknik elemanlardı, ama ben ilk tayfayı istisna kabul ediyorum) işçileri açısından önemli bir fırsattı. Şimdilerde de Work 'n Travel için, Amerika görmek veya aileden uzakta, kafa dinleyerek, güzel bir yaz geçirmek adına güzel bir fırsat deniyor.

"... eşlerini ve çocuklarını yanlarına almadan tek başlarına gelmişler, genellikle kasvetli öğrenci yurtlarında kalmış ve her kuruşu biriktirmişlerdi." (s. 390)

"... tek başlarına gelmişti arkadaşlarım, genellikle kasvetli öğrenci evlerinde kalmışlar ve her kuruşu biriktirmişler, hatta biraz daha fazla biriktirebilmek için ikinci iş bulmuşlardı." (bu söz benim, biraz evvel yazdım)

"... kendilerini her türden baskıya maruz bırakıyordu. Yine de, Almanya'da başarı gösterenlerin öyküleri, Türkiye'deki birçok kişi için Almanya'nın vaatler ülkesi olarak kalmasını sağladı." (s.391)

"... yine de, work 'n travel'da başarı gösterenlerin öyküleri, özellikle aracı şirketler aracılığı ile manşetler halinde sunularak, Türkiye'deki birçok fakir öğrenci için work 'n travel'ın vaatler yazı olarak kalmasını sağladı." (bu söz de keza demin yazıldı)

Kasvetli öğrenci evi olarak kendi evimi saymıyorum, jakuzili banyosu olan bir odam vardı. Göreceli olarak da başarı öyküsü sayılabilecek bir yaz geçirdim work 'n travel ile. Gretsch g6128t gitar artı dört analog pedal artı iTouch alıp, 9 günlüğüne araba kiralayarak 3000 mil yapıp 8 doğu kıyısı şehri gezdim Amerika'da. Üstelik kendi kazandığım para ile yaptım bunları.

Yine de aşırı benzerlikler olduğunu düşünüyorum, Almanya'ya işçi gönderimi ile work 'n travel arasında. Günde 14 saat fabrikada çalışan insanlar da var sonuç olarak work 'n travel'da.

Midterm'deki gibi uyumasam bari bu sınavda da.

Almanya ile ilgili soru sorarsanız, affetmem bunu yazarım ama, önceden anlaşalım. Fikret A'nın blogumu takip etme olasılığı sizce yüzde kaçtır? "Te"arım yaparım eğer bu yazıyı okuyorsa.

Aklıma sonradan gelen edit : bugün farkettim bunu. "hist yüzdoksaniki seçkisi" demeye çalışın. eminim zorlanacaksınız. sürekli söyleyince anlamsızlaşıyo bir de. ayrıca "Kuş Adası"nda yaşayan insanların kendilerine nerelisiniz sorusuna "Kuş Adasılıyım" demesi gibi bir sıkıntı da var. son olarak armağan amcalar'ın canlı yayındaki ekşi sözlük deneyi çok rerörerö bence.

10 Ocak 2010 Pazar

Konser

9 Ocak 2010 Şebnem Ferah Konseri

Konser öncesi çalınan 35 dakikalık playlist'in sesi kısılınca insanlar çığlıklarla beklemeye başladı. Bir süre sonra, perde aralıklanmaya başladı.

Sıçramaya başlayan bir kalabalığı izleyen grup yeni şarkılarla başladı konsere. Kadın vokali, yükselen eller ve zıplayan kafalar arasından görmeye çalışırken, bir yandan da unuttuğum şarkı sözlerini hatırlamaya çalışıyorum. Elimin ucundakinden kopya çekmeye başladım, o biliyor hepsini.

Buket basçı, enerjisiyle kendi üzerine çekiyordu gözleri. Ama onun derdi farklıydı, monitöründen gelmeyen bas gitar sesi. Tonmaister'ı ıslıkla çağırdığını duymuştum, ama bu sefer yakındı zaten ona, hemen yanına gidip söyledi derdini. Monitörden gelen sesi duyacak kadar yakından izliyorum konseri. Şarkılara eşlik etmeye devam ettim.

"Pardon, afedersiniz". Çok terlemiştim. Mekanın kapasitesinin üzerinde bilet satılırsa (6 bin), sahne alçak ve havalandırma yetersiz olursa, bir takım problemler de olur.

Daha yüksek bir yerden izliyorum şimdi konseri. Tam karşı cephedeyim. Elektro gitarın sesi ile, bas, davul ve vokal daha ahenkli geliyor burdan.

Dumansız hava sahası bir şarkı ile ihlal ediliyor. Sigaralar havada. Güvenlikçiler uyarmaya başlıyor insanları.

Yeni şarkılar çalınmaya başladı. Mahalle, Uçurtma, Ateşe Yakın... Duygulanmaya başlıyorum. Bu kadar da "hayvan" çalınmaz ki beyler.

Bis'ler başladı. Eski-2. Ne güzel bir konser oluyor yareppim.

"Sol taraf her zamanki gibi daha iyi."
"Biz bize bahşedilen hayatı güzelleştirenleri gösterdik, bize hayat bahşedenleri değil."
"Trip atcan mı? - Mm, bilmem, sence?"
"Teşekkür ederim geldiğin için."

6 Ocak 2010 Çarşamba

Tamamen Bağımsız

Proj102 posterinin muhtemelen olası "nihayet bitişi" ile ilgili bir deadline koymuştum. Yaklaşık 2 saat önceden bitti.

3 hafta önce yaşadıklarımın üzerinden bir yıl geçmiş gibi geliyor bana. Size de oluyor mu bu merak ediyorum.

TLL102 final sınavının 50 puanlık "hayvan" sorusuna, "Düşünüyorum öyleyse varım çıkarımı ile başlayalım. Kendimi bu sorunun doğru yanıtını düşünürken düşünüyorum. Ben düşündüğüm için, var olduğum şüphe götürmez. Kendimi doğru yanıtı düşünürken hayal ettiğim için, hayal ettiğim kendimin de aslında var olduğu şüphe götürmez. Öyleyse, şu anda yazdıklarım bu sorunun doğru cevabıdır." yazdım. Üçüncü bir efsane üniversite final sorusu cevabı oluştu böylelikle "Risk budur" ve "Hangi sandalye?"dan sonra.

Müzikus Tk-Yk maillistteki spam niteliğindeki, art arda yapılan "şunu dinliyorum", "heyt koçum neler dinlermişsin", "ne zannettin abi sen beni, senin müzik zevkin de fena değil hani", "seni sevdiğimi söylemiş miydim", "mmmmcck" şeklinde ilerleyen yorumlardan sıkıldım.

Yazarken

Jesse Johnson - My Life
Joe Bonamassa - Bridge to Better Days
Lenny Kravitz - Always on the Run

4 Ocak 2010 Pazartesi

Trafik II

Tuvalet Trafiği

Çatı'dayız. Müzikus dönem sonu toplantısının ardından, beyti kebabı yemeye Çatı isimli restoranta gitmişiz. Günlerden bugün. Kebabtan sonra lavaboya gittim (evet, lavaboya işiyorum). Sıra bekleyen üç kişi var, Esat, Onat, ben. Tam o sırada karşıdaki iki kapıdan birisi açıldı, Mert çıktı içeriden, Onat girdi çok kıvrak bi' hareketle. Mert ellerini yıkarken, "Abi, baya sıra, kuyruk olmuş burda" dedim. O anda, diğer kapıdan bir ses geldi, "Burası doluu". Kapıyı tıklattım muziplik olsun diye, "Doluu". Bir daha tıklattım, cevap gelmedi, açmaya yeltendim kapıyı. Açıldı! Baya açıldı kapı, çok ince açılan kapı aralığından Bekir'in silüetini gördüm. Mert ve Esat "asddgljks" şeklinde gülmeye başladılar. Ben de, aynen.

Abi, yaşadığımız çağ nanoteknoloji çağı. Biz "Burası doluu" yerine, kapıyı kitliyoruz direk. Yapıyoruz böyle şeyler. Arada sen de yap, güzel oluyo.

Trafik

Trafik I - Telefon Trafiği

Yeni bir seri başlatmak umuduyla başlık attım. Çünkü, akıl defterime hayatımı yazdıktan sonra, blog sayfama yeni bir şeyler yazma dürtümü ancak bu şekilde kazanabilirim belki diye düşünüyorum. Çok uzun zamandır yazmıyorum buraya, kısmet yeni senenin birlik ve beraberliğe her zamankinden çok ihtiyaç duyduğumuz şu gününeymiş (bunu da hep demek istemişimdir, politika güzel şey).

Dün gece, saat 12 civarı. Kadıköy shuttle'ı okula yeni gelmiş. Okula girer girmez Kaan'ı aradım, hangar anahtarını istemek için, telefonu kapalıydı. İhsan'ı aradım sonra, "Abi Kaan yanında mı", "Evet", "Hangar anahtarını almam lazım ondan, malum yarın sabah 9.40ta şan dersi var. Veya sen açabilirsin istersen, eğer yarın sabah ders-", "Dur abi, Kaan'ı veriyorum", "Abi, hangar anahtarı, bikbikbik", "Tamam abi, getireyim sana nerdes-". Telefon kapanır. Sonradan öğrendim ki, bataryası bitmiş. Beş dakika sonra Esat aradı, "Abi Kaan ulaşamamış sana da, nerdesin diye soruyo", "Odaya doğru gidiyorum şu anda", "Ha, tamam, Kaan'a söyleyim ben bunu", "Hadi görüşürüz". Odaya giderken Emre'yi aradım, stüdyonun anahtarını vermek için, "Nerdesin", "Odadayım abi, BX XXX" (Emre'nin oda numarasını merak edenler, özelden dönebilirler bana sonra), "Tamamdır, getiriyorum ben 10 dakkaya". Odaya girdim, oda telefonu çalmaya başladı, "Selam abi, Kaan ben, odaya getiriyim hemen anahtarı", "Arabayla geliyosan, B3'ün oraya gidiyorum ben, otoparkında buluşalım", "Tamamdır".

Olay 10 dakika sonra, Kaan'ın arabanın camından bana hangar anahtarını verip, (evet, baya durmadılar, cam açık, Kaan'ın kolu dışarda, anahtarı alıp, hemen Emre'nin odasına koştum, bayrak yarışı gibi) "Ahahah, haydi görüşürüz" demesinden sonra, Emre'nin odasından cebimdeki stüdyo anahtarından arınmış bir vaziyette çıkıp, A5'e doğru yürürken tamamen bitmişti.

"Müzikus YK olmak eşittir oda anahtarı değiş-tokuş etmek midir peki?"

Son cümlem, yukarıdaki yazı ile baya alakasız olacak. Yeni yıl, baya güzel başladı bence.