29 Kasım 2009 Pazar

Bi' Şarkı Var

Bi' Şarkı Var

Aslında baya eski bir şarkı. Lisedeyken dinlemiştim. Çok paylaşımsız bir şarkı bence. Sanki tek başına çıkıp, güzel güzel gitar tonlarıyla birisi küçük bir hikaye anlatıyor. Hiç "beni dinleyin, eşlik edin" havası yok. "Böyle hissediyorum, söyleyim dedim". Çok emin değil mi kendisinden, kaygısı yok.

Müzisyenin bu havasına bayılıyorum. Tabi her müzisyenin değil, müziğini satmaya uğraşmayan müzisyenin bir havası var. "Ya" diyor, "dün sabah kıvrandım, uyuyamadım, tartıştık biraz çünkü, kötü hissediyorum ki ben öyle olunca, utanıyorum, sıkılıyorum" diyor, "ee" diyor karşıdaki, "sabah uyandım, beyaz ışıklar vardı her tarafta, unuttum" diyor "üzgünlüğü". "ee abi", "neden tartıştık, unuttum" diyor, "özlemiştim zaten, tüm hepsi bundan oldu belki, kim sinirliydi hatırlamıyorum, neyse" diyor, "boşver". Bu konuşma şarkı oluyor bir süre sonra. Havaya baksana. O kadar, sade, paylaşımsız, tekil bir duyguyu şarkı yapabilme cesareti, bunu konserde bin kişiye söyleme cesareti. Müzik, başka bir evren.

Sadece bir duygu yoğunluğunun yarattığı bir kaç söz ile yazılmış bi' şarkı var. İşte bu eski şarkı, lise zamanımdan kalan, taze bir duyguyu hatırlattı bana bu sabah, yazmak istedim.



Syd Waters (a.k.a. VeRa) - "Boşver"

23 Kasım 2009 Pazartesi

Mini Öykü - Tatil

Mini Öykü - Tatil

Sifonu çekip, sıvı sabundan iki damla aldı eline. Saat 11 olmuştu, ve üzerinde garip bir sorumsuzluk vardı. Ne acayip. Kapıyı açıp, odaya girdi. Masaya baktı, her tarafa dağılmış, kağıtlar, üzerinde notlar. Her biri bir deadline'ı bekleyen ödevler, sınavlar için alınmış küçük notlar. Diğer tarafta lambalı gitar efektleri, iki tane. Onun üzerinde, okuma kitapları ve shot bardakları. Ortada laptop. Çok yönlü bir masa, her şekle, her zamana, her olaya uygun şekilde döşenmiş.

Ne acayip. Saate bakıp, bir yerlere yetişiyor olması gerekiyordu. Birisi perşembe günü ders arasında, "tatil" dediğinde, "deadline'ı ne zaman?" diyesi gelmiş, zor tutmuştu kendini. Lan! Tatil derken? Öyle bir şey yok ya. Tatil bile ödevlerle dolu idi ilk başta, memlekete git, kavurma ye, bayram ziyaretleri vs.

Laptopu açtı. Ekşisözlük-istatistikler-haftanın en beğenilen 20 entry'si (e malum, günlerden pazartesi). Uzunları atlardı hep, zamanı yoktu çünkü. Okudu hepsini bu sefer, güldü ağzını açarak. Birazdan güneş gözlüğünü alıp, havuza inecekti kahvaltıya. Lan. Hobi olarak yapardı eskiden bunları.

8 hafta. Akademi zorlar insanı. Geçen sene oda arkadaşım (larımdan biri), en zor sene birinci sınıftır derdi. Görüyorum, ve artırıyorum. Provalar zorlar insanı, iki orkestra, bir grup. Çaldığım konserler (25 günde 3 konser, birisi şehir dışı). Birinci dereceden sorumlu olduğum konser önceleri, hangar-sgm arası mekik dokumalar. IC. yani evet, aslında hiç de öyle çılgınlar gibi yoğun bir 10 günlük süreç sonrası yorgunluğum yok. (laptop diliyle) batarya birden yüzde 5 olmadı, ama 8 haftadır yüzde 15te seyretti.

Tatil böyle şaşırtırmış insanı.

Bir de, özledim. Yoğun akademik programımı değil, elbet.

12 Kasım 2009 Perşembe

Mini Öykü - Moral

Mini Öykü - Moral

Telefonu açtı. Alo, dedi telefonu açan. Nasılsın diye sordu, bu taraftaki. - İyiyim, gönderdiklerimi aldın mı? -Evet, dedi, almadığını, unuttuğunu farketse de duraksamamıştı bu evet'i söylerken. Yalan söyleyemiyordu, sadece bir durumda söylerdi, eğer daha önce doğruyu söylediği bir noktada insanları üzdüğünü farketti ise. Devam etti, moralim bozuk biraz. Son söylediği doğruydu, ki zaten kafasını dağıtmak için arıyordu onu. Tamamen farklı bir dünyası vardı, telefonu açanın. Bu taraftakinin eski dünyasıydı o, küçük, içten ve kimsenin kızmadığı bir dünya. Bazen, şu yaşadığı dünyadan sıkılır, onu arardı, o dünyayı. O eski dünyayı özlemiyordu hiç üstelik. Sebebi yoktu, arıyordu işte. Karşıdakinin konuştuğunu dinlemiyordu bile artık, alışık olduğu ses tonu kulağını doldururken, düşüncelere dalmıştı.

Ne zaman böyle hissetse, bu duyguyla olan savaşı, onu (acziyetini) önemsemeyerek, küçümseyerek ya da unutmaya çalışarak yönetirdi. Bugün farklıydı biraz. Önemsenmez ise, tekrar edeceğini hissediyordu. Aramak, anlatmak, üzerine gitmek lazım geliyordu bugün. Müzik, akademi, yönettikleri ve sorumlulukları çok fazla geliyordu, bunun zaten farkındaydı ama, böyle birden patlayacağını hiç düşünmemişti. Hepsini "öylesine idare ediyordu".

Dün gece idi sanırım dedi kendisine, kafası çok karışmıştı şu aralar, sınav konularını bitirince mutlu olduğunu, yine öylesine idare edebildiğini düşünmüştü. Dayanmaya çalışmanın üstesinden gelemeyecekti. Güçsüzdü birkaç saattir. Belki ona güç veren yanında olmadığı için.

"Baya zayıf hissediyorum kendimi. Üşüyorum. Abarttım veya. Dünyanın sonu gelmiş gibi. Havadandır belki. Hastayım. Kafka'nın akbabası gelse keşke. Ara vermem lazım, müziğe. İdare edemiyorum." dedikten sonra, buluşmam var, adam geldi dedi. Telefonu kapattı.

8 Kasım 2009 Pazar

Mini Öykü - Sınav

Mini Öykü - Sınav

Başına ağır bir tokmak vurulmuş gibiydi, kafasını kaldırdığında. Saate baktı. İlk anda, göz bebeklerinin başka bir noktaya odaklanması sürecinde, birkaç saniye karartı hissetti. Damlasını kullanmamıştı bugün de, gözünü yormuştu üstelik. Muhtemelen kanlanmıştır diyordu. Saat üçe yirmi vardı. Galiba bu noktadan sonra, tevekkül ile dinlenmek lazım gelir dedi içinden. Çantasını toplarken gürültü çıkardığının farkındaydı, ama bilgi merkezindeki 7-24 hizmet veren odanın sakinleri pek alınmamıştı gürültüden. Zaten onlar da çalışmıyorlardı artık, muhtemelen facebook'taki "al dedi-git dedi" videosunu izliyorlar, veya ekşisözlük açmış "brutal vokal olarak devlet bahçeli" başlığında kaybolmuşlardı. Belki, kimseden homurtu veya çirkin bakış gelmemesinin sebebi şuydu, bu beş kişi zaten 3 saattir birbirleriyle olan sessizlik anlaşmasını bozmak istemiş ama cesaret edememişlerdi, cesaret edeni de alkışsız bir saygıyla dinliyorlar ve bu gürültüden garip bir haz alıyorlardı. Burnun sürekli aynı kokuyu aldığında yaşadığı uyuşukluğu, kulaklarıyla tecrübe ediyorlardı bu sefer. Uzun süre ses duymamanın verdiği garip alışkanlıkla kulaklarını yok zannedip, gürültü orkestrası eşliğinde duydukları sesleri, "aa, benim kulağım vardı lan" şeklinde bir hayretle ve sevinçle dinliyorlardı. Herneyse, zaten o sırada bunları düşünemeyecek kadar yorgun ve halsizdi. Öyle ki, hava soğuk olmasa, belki yurda varana kadar, genel vücut bitkinliğine yenik düşecek, çimlere yığılıp uyuyacaktı. Odasına giderken de kafasından geçen tek şey, iki saat önceki uyuşmazlıktı. Belki bu kadar çok kafasını derse vermemiş, zihnine giden tüm atpyi harcamamış olsaydı unutmazdı, kızın üzülmesine sebebiyet veren şeyi. Çok zor olacak yarın, diye düşünüyordu. Muhtemelen gelmeyecek, peki o zaman ne anlamı var ki haftasonu olmasının, diye söylendi içinden. Boşverdi hepsini, küsmesin diye fısıldadı kendine. Üzüldü yine, uğuldamaya başladı kulakları. 7 saat sonra math201 sınavı, aklında ise, formülden başka herşey.

1 Kasım 2009 Pazar

ekim '09 hakkında

Hakkında Serisi 4 - "Ekim 2009"




Israrlar üzerine, hakkında serisine devam etmeye niyetlenip ne hakkında yazacağıma karar veremedikten sonra kasım ayına girmiş olmanın hüznüyle, kimse kusura bakmasın da, gayet güzel bir ay olan ekim '09 üzerine bir şeyler karalamak lazım dedim. Çok kişisel bir şey olacak. Bireysel blog sayfasını kamuya mal etmeye uğraşan ve yazdığım her yazıyı facebook'ta paylaşan biri olarak, bu yazının diğerlerinden farkının olacağını baştan söyleyeyim. Tekil söylevler için değil, düşündüklerimi paylaşmak ve yorumlar/geri beslemelerle dolu bir platform olmasını düşünerek açmaya karar verdiğim bu blog sayfası bu günleri de gördü. Başlamadan önce bir de başlıktaki tırnak işaretinin sebebi ilgili bir şey söylemek istedim. Sebep basit olarak şu karmaşayı önlemek: 4 ekimde n'olmuş ki lan ?!

Amerikadan dönüşte yeniden yaşadığım kültür şokunun genel hatlarıyla ortadan kalkmaya başladığı ekim ayının ilk haftaları, odayı adam etme kargaşası vardı içimde. Utku ile, ver elini via-port, ver elini bauhaus, ver elini ikea. Sonra adam akıllı bir hal almaya başlayan odaya (perde bile aldık olum), içkiler alınıp, küçük çaplı neşeli, korosu, irregular tayfa, ve "utku-murat ortak arkadaşları" içmeleri renk kattı.

10 ekimi, Utku'nun doğum günü partisi ile baya eğlenceli bir havada kutladık (havuz, mangal, kokteyl, gitar dörtlüsü). Ben çok sarhoş olup kayboldum(kaybolmuşum) gene (kaybolmayan Murat isteyin). Ardından 11 ekim TanışaRock'ta Kurban dinledik, müzikus'la diğer klüpleri tanıştırdık.

14 ekim, büyük gün, Neşeli Günler Kumpanyası Ege Üni. Konseri ile İzmir'i dağıttık resmen. Kordonda konser öncesi içmecesi, dönüşte de Köfteci Ramiz'in ilk kurulduğu noktadan köfte-höşmerim yemecesi geziyi ikiye katlayan etkinlikler olarak akıllarda kaldı (bu höşmerim muhabbetine hemen her blogda rastlarsınız). 15 ekim perşembe bir grup neşeli üyesi ile bizim odada konseri kutlama içmecesi yaptık. 17 ekimde Utku, Nazlı, Neylan, ben dörtlüsü olarak Kanyon'da dört boyutlu sinema diye yola çıkıp, Ortaköy nargile ve Levent çiğ-köfteye dönüşen bir gün yaşadım. Net, güzel bi gündü.

20 ekim Kolpa Parti ile çıldırdık. 22 Ekim Hangar konseri ile, Can-Utku-Mert-ben, nam-ı diğer SCUM, grubu ile ilk konserimizi verdik. Süper de tepkiler aldık. "O değil de hangar"ı baya güzel bir hale soktuk. Ve 24 ekim gecesi ile, unutanın ağzına sıçayım o geceyi, eğlendik. Eğlendik denmez tabi o geceye, benim için özellikle baya eğlence ötesiydi. Özel bir gündü. O günü bir "the 20th november" tarzında bir efsaneye sokmayan her insanı dövüyorum. Sevin o günü, sayın, hatırlayın. Seneye müzikus olarak 24 ekim 2010 gecesi hava-i fişek falan atalım, ne biliyim, yapalım böyle şeyler.

24 ekim sonrası haftası baya dingin (dinlendiren, dinçleştiren manasında) bir haftaydı. İlk haftaydı öncelikle, ve baya, olasılık-dışı olarak düşündüğüm bir anlamda baya, nasıl diyordum buna, "eşşek gibi", güzel bir ilk haftaydı. 30 ekim İki Dil Bir Bavul ile de tavan yaptı bu hafta. Bu konuyu sonra bir ara konuşuruz yine.

İmzasız bitirmek istiyorum bu yazıyı. Böyle küt diye. Küt.