29 Nisan 2010 Perşembe

opera

HUM 214 diye bir ders alıyorum bu dönem : "Major works of Opera" isimli. En son hoca ödev verip operaya gitmem gerektiğinde, Atilla en can alıcı aria'nın ortasında aramıştı, ben de yüzüne kapatmıştım telefonu. "Operadayım, mesaj at" diye mesaj atmış, "Ahahah, iyi kalın giyin :D " cevabını almıştım. Bugünkü operada ise ilgi çekici olaylar ta ödevin başında başlamıştı: Türkiye'de ilk kez, canlı yayında opera izlenebilen bir etkinlikti bu. Milano'da bu akşam saat 21 sularında başlayacak olan operayı, canlı yayında beyaz perdede Nautilus CineBonus'ta izlemeye gittik.

Operanın üstyazısı olmadığı için (Milano'da İtalyanca oynanıyor çünkü) lazer altyazılı olarak oynanacaktı perdede. Fakat öyle olmadı. Bir saat boyunca bütün salon oyunu anlamadığı halde, dışarı çıkmaya niyet eden de olmadı. İki sağımızdaki adam uyudu ve ne zaman oyun sessizleşse horladı. Bir solumdaki kadının vücudu attı, bana baktı, utandı uyuduğu için ve yerini değiştirdi (veya koltuk rahatsız gelmiş olabilir).

Sonra müsademizi isteyip operayı terkettik yarısına bile gelmeden. Görevli bir adamla karşılaştık:
-Salon 1'deki oyunun altyazısı yoktu, bilette film boyu Türkçe altyazılı yazıyordu.
-Teknik bir sorun vardı. Karşıdan ulaşmadı bize yazılar. Peki niye bir saat beklediniz?
-Teknik bir sorundur, geçer belki, unutmuşsunuzdur falan diye.
-...
-... (Manidar bakar)
-Nasıl yardımcı olabilirim? (Özet geç dedi kısaca)
-Paramızı geri istiyoruz.

Ödev olarak nasıl yazacağımı düşünüyorum şimdi. Muhtemelen orjinal bir sınav kağıdım daha olacak. ( Diğeri, TLL 102 sınavında: Düşünüyorum, öyleyse varım'dan yola çıkarak, kendimi bu sorunun doğru cevabını düşünürken düşünüyorum. Ben düşündüğüm için gerçek olduğum kesindir. Kendimi doğru cevabı düşünürken düşündüğüm için, o da gerçek. Öyleyse şu anda bu soruya doğru cevap veriyorum. Sonuç : 20 / 20.)

28 Nisan 2010 Çarşamba

telefon

Dün SGM'de bilet keserken birisi beni aradı. Normalde mesai saatlerinde kullanmıyorum telefonu, fakat dün özel bir telefon bekliyordum (Hikayenin özeti : Biletini aldığım Teoman konserine ücretsiz girme şansım olduğundan, elimdeki bileti satmak için anlaştığım insanın aramasını bekliyordum). Tam da o anda arayan bilmediğim 05xx'li numarayı heyecanla açtım.

telefondaki kız : Merhaba. Ben piano odası 2'nin anahtarını almak istiyorum. Bunun için aradım sizi.
revolver : Galiba bir kaç yanlış anlaşılma olmuş. Öncelikle piano odası 2'nin anahtarını alamıyorsunuz, odayı rezerve ediyorsunuz, kapı sorumlusu o saatlerde odayı açık bırakıyor, sonrasında geliyor, kilitliyor. İkincisi, ki bu daha önemli, bende piano odası 2'nin anahtarı yok.
t.k : Hmm. Ya birden böyle bi' ilham geldi bana da...
r. : ...
t.k : Nasıl rezerve ediyoruz peki odayı?
r. : Müzikus üyesi iseniz bikbikbik.

- tesbit spoyler -

İnsanların yapmayı çok istediği şeyler oluyor bazen. Yapamayacaklarını öğrenince de son koz olarak çok ilginç şeyler söylüyorlar. ( Bkz. Ama ben Niğde'den geldim). Gözlemleyin azıcık, siz de göreceksiniz. Görünce ne olacak derseniz, "çok komik olcak, gülcez".

19 Nisan 2010 Pazartesi

yazmazsam çatlarım vol.2

Yazmazsam çatlarım'ın devamıdır bu yazı:

BÜMK Jazz Korosu, bir perküsyon aletinin sesini "şımpkkt" olarak icra etmesinden sonra, Jacky Terrason'u dört gözle aradım. Çin'de başarılar diliyorum arkadaşlara.

Atilla'nın telefonunu bin bir emekle beresine sarıp gönderen esatCanÜ'nün yanlış telefonu göndermesi üzerine, bugün yurt görevlisinden kilitli kapıyı açması için izin alırken, "beni araması lazım, veya ben onu arayayım hemen, numarası kaç" dedi görevli. "Telefonu odasında olduğu için size geldim, ama hobi olarak ara istersen" şeklindeki cüretkar cevabımı sona sakladım. Bundan hemen sonraki olay, alıcı hanesine ismini ve adresini yazdığım zarfı gören haberleşme merkezindeki adamın "Bir de telefon numarası gerekiyor" demesi oldu. "Telefonunu gönderiyorum zaten, numarayı yazsam da birşey ifade etmez şu anda" dedim, "Hahah, evet ya" dedi.

yazmazsam çatlarım

Geçtiğimiz haftasonu okulda kalmama sebep olan bir etkinlik vardı. İstanbul Politikalar Merkezi adına burslu çalışan öğrenci olarak katıldım ben de bu konferansa. Şimdi bu konferanstan aklımda kalan birkaç şey yazacağım.

Bir adamın adı : Baykal Deniz'di. Yaka kartından gördüm.

İlk sunuma Cemil Koçak moderatör olarak katılınca, "güzel bir şeyler var lan herhalde" deyip içeride bekledim. Ankara'dan gelmiş özel bir ilköğretim okulu, öğrencilerine dersin son beş dakikası, derste aklında kalan bilgiler üzerine bir karikatür çizmelerini söylediklerini anlattı. Ve sonuçları sundular. Bir elektronik devreye bağlanmış seri bağlı pillerin lamba parlaklığı ile ilgili bir dersin sonunda, bir öğrenci, kağıdın sol tarafına bıyıklı bir ampul çizmiş. Ampulu çok parlak sarı ile boyamış. Sağ tarafta ise, birisi bıyıklı, diğeri etekli iki ampul çizmiş. Onları hafif bir sarı renkle boyayıp, en altta da şunu yazmış "Bekarlık sultanlıktır". Tam içimden "dostum 5. sınıf demişsin ama çocuk senden benden akıllı" derken, kapıda beliren süpervizörüm "senin dışarda beklemen gerekiyor" dedi.

Diğer bir sunuma geç kalan bir katılımcının, kural gereği onu içeriye almamam üzerine niye "Ama ben Niğde'den geldim" dediğini gerçekten anlayamadım. Cevap olarak dilimin ucuna "Ben de Denizli'den ama bu geç kaldığın gerçeğini değiştirmiyor" gelmişti. Galiba onu söyleseydim, Gregory House ile aramda hiç bir fark kalmayacaktı (bacağı saymıyorum, mavi gözü de halleder idik lensle).

Diğer gün Mersin'den gelen bir okul cezerye getirmiş, bana ikram ettiler, ben de alıp Yankı'ya verdim ("oha, cezerye sevmiyor muymuş" insanı isen devamını oku, "hayır, karnım toktu"). Yankı ikinci bir cezerye almak için (bir arkadaşıma dedi bana ama, bilemedim) sınıfa girdiğinde kadının tepkisi "Sen şu programdaki yan flüt çalan kız mısın, yoksa dün geceki otobüs yolculuğunun etkisi hala üzerimde mi ? " oldu.

Yarınki işlerin konuşulduğu toplantı masasındayız:
-Şimdi arkadaşlar, İsminiHatırlayamadımŞimdi isimli arkadaşa yardımcı olabilecek birisini arıyoruz. Meselaa, Murat Mustafa.
-Tamam, olur, hallederim ben.
-Yaparsın değil mi, çok yorgun değilsin.
-Yok yok, yaparım, sorun değil.
-...
-...
-Şimdi ?
-Haa (Ayağa kalkar, "öyle desenize abi" bakışı atıp çocuğun yanına gider).

14 Nisan 2010 Çarşamba

unplugged

bu akşamki konserde iki grup ile sahne alıyorum.

nane limon: grubun ismi sibel'in haluk'a "akustik konser gruplarının isimleri lazım, afiş için" dediğinde, haluk'un elindeki bardağın içindeki maddeden geliyor (hakatten). solistimiz idil de, bir müzikus toplantısında "hadi lan, ben de geliyorum" deyip bize katıldı. dört şarkımız var (yirmisekiz nota eder, sertar ortaç kafası).

sufle: shuffle'ın akustik versiyonu. ismini alma hikayesi, "grubun ismi de sufle olur, shuffle'ın türkçesi ve fişsiz, distortionsız versiyonuymuş gibi düşün, ehuehue"dir. beş şarkımız var, sürprizlerimiz var.

gelin bence.

6 Nisan 2010 Salı

Şimdi

"Sınavların olduğu gün dersler kendini lağveder" kuralını yeni yazdım. Gayet iyi de oldu, cuma günü dersi olmayan bir bünye olarak, sınav haftalarını çok çabuk atlatıyorum böylece. Yazıcımın midterm basmaktan sıtkı sıyrıldı orası ayrı.

Haftanın önemli gelişmesini, korosu rock-metal kolajı olarak ilan ediyorum. Deep Purple - Burn ve dahası bu kolajın içinde kalacak.

Şimdi tam olarak bu noktada fikrim ve zikrim olacak. Rock-metal diye bir "genre" oluşmuş olması beni içten içe güldürüyor. Rock müzikte Yavuz Çetin ile mor ve ötesi arasındaki çizgiyi tartışırdık bir zamanlar. Şimdi ise koral düzenlemelerini ele aldığımızda bu iki müzik akımı aynı imiş gibi, aynı olmasa da benziyormuş gibi konuşmaya başladık. Yakın zamanda distorted gitar müziği olarak anılması, ondan sonra ise, müzik aleminde birisinin lider, diğerinin ise ilgi çeken ama geniş kitleler ile içli dışlı olmayan müzik türleri olması, benim bu iki müzik tarzı için çizdiğim yol haritasıdır (Haydi şuradan demeyin, bunu Marx yapsaydı, oo demiştiniz). Bu, İngiltere-Fransa'nın 1.Dünya Savaşı'ndaki haline benziyor, sanki İngiltere ve Fransa tek bir ülkeymiş gibi (tespit by Burcu). Sonra 2. Dünya Savaşı ve sonrasında bambaşka bir paydada, kapitalizmde anılıyor bu iki ülke. Günümüzde ise tekrar kendi sesleri ile yer alıyorlar basında.

Selimcan için özet: Türk Sanat Müziği günümüz müziğinin hasta çocuğu.

2 Nisan 2010 Cuma

Şaşkın

Carrefour'dayız, Ebru'yla. Carrefour tarihindeki en tenha cuma akşamıymış, öyle dediler. Express kasada, benden bir önceki müşterinin işleminin bitmesine ramak kala, arkama döndüm, manzara şöyleydi: Facebook "Express kasa daha hızlı ilerler" diyen bir milyon insan bulabilmiş gibi, 9 kişi vardı arkamda. Tam o anda yan kasada (Express olmayan kasada) boş boş oturan kadın sıkılmış bir sesle, "Buraya alabilirim, boş burası" dedi. Lan !?

Shuttle bekliyoruz taksi kulübesinde. Sinan da bekliyor shuttle, sonra neden bilmiyorum vazgeçti kararından, ben shuttle'a doğru ilerlerken de arkamdan şu dialogu duydum: "-Keşke önceden haber etseydiniz, taksi yok, gelmesi de 20 dakikayı bulur. * -Nasıl taksi yok ya, taksi durağı değil mi burası."

Math202 midterm'ündeyim (Atilla tarzıyla, yazılısındayım). Üçüncü soruyu, dördüncü soruya bağlayan gece, saat 03'te, canlı yayında. Dur lan, üçüncü soruyu dördüncü soruya bağlayan şıkkı anlamadım, soruyorum sınav görevlisi asistanıma. Adam dinlemedi hiç beni, önceki sayfayı açtı, "Oha, yaptın mı üçüncü soruyu, vaay, çalışır mıydın sen matematik" dedi. Sınavdan şöyle 80 falan alsam da, Teşvikiye Camii'ne sıçırtsam arkadaşı.

Utku'yu uyandırıyorum. Yazık garibim kanepede yatmış, yastık da yok kafasında. "Utku kalk abi boynun tutulcak bak", "Hıı, yok yok, duyuyorum ben sizi", "Ney?", "Hı, ne, (ayağa kalkar, yatağa tırmanmaya başlar), doğru söylüyorsun abi, çok haklısın". O son birayı içmeyecektin Utku.

Bu dört olayın ötesinde, son günlerde en çok şaşırdığım şey ise, Zaytung haberini gerçek olarak algılayan Ermeni köşe yazarı ve "hadi o arkadaş Türkçe bilmiyor, mizahtan anlamıyor, ya da işine geldiği gibi okuycak abi tabi ki, spekülasyon yapıyorlar" diyenlere cevap olarak, Banu Avar'ın, Özbükey Bey'in Dışişleri Bakanlığı'nın resmi açıklamasında uyarıldığını söylemesi oldu.