9 Mart 2014 Pazar

Bazen fil, bazen balık

"Kendimi kontrol edemiyorum" diye bir köşe var Uykusuz'da, en sevdiğim köşelerden biridir kendileri. Ben zaten mizahın yazılı olanına daha bir ilgi duyuyorum sanki. Birkaç gündür de bu köşenin başlığına odaklanmış durumdayım (gülücüğe odaklanmaktan daha iyi). Şöyle ki, ben de kendimi kontrol edemiyorum. Tam olarak yaşadıklarımı anlatacak kelimeler bunlar değil belki, belki de kendimi mantık çerçevesinde çok kontrol ettiğim için duygularıma yenik düşmemenin eksikliğini hissediyorum (bu da ne demekse, duygularıyla kim maç yapıyor ki yenik düşsün). Ben bugün biraz efekanlarla uğraştım. Belki hava kötü diyedir, bilmiyorum. Pokemon'da Alakazam vardı hatırlar mısınız? "Toparlan" deyince sahibi toparlanırdı hemen. Ben bir Alakazam olmayı çok isterdim mesela. Keşke öyle kolay olsa toparlanmak. Zaten en zoru, neyimi toplayacağımı bilemiyorum. Kağıt üzerinde her şey derli toplu zira. Beklentilerimi karşılayamadığım küçük anlar oluyor mesela benim, ben o anları gözümde büyütüyorum baya. Haliyle problemi bulamadığım bir gri bulutlar dönemi başlıyor. Birine anlatsam bu durumu "Derdini s.kiyim" der muhtemelen. Nilay hoca demişti ki "Keşke herkes 5 dakika kadar avazı çıktığı kadar bağırsa da rahatlasa". Aynen öyle işte. Geçen haftaki Bubituzak konserinde de grup konser bitimi sahneden indi, sonra bis için geri döndü. Ali Güçlü Şimşek (solist) "Aslında döneceğimizi biliyoduk biz yaa, neden böyle .mcık gibi davranışlar yapıyoruz ki" dedi, sonra "Ya kusura bakmayın küfür ettim ama aslında ihtiyacımız olan belki de okkalı bir küfürdür, hadi üç deyince herkes küfür etsin, bir-ki-üç". Rahatladık biraz. Kasılmaktan, kendimizi maskelemekten içimiz çıkmış meğer. Toplum denilen olgunun verdiği şekille var oluyoruz ya bu hayatta, çok üzücü bence. Mesela çok istiyoruz bir şeyi, sonra "Ya sen ona uygun değilsin" diyorlar. Haklılar belki ama, "Azimli sıçan duvarı delermiş" diye de bir laf var (işbu atasözünde bahsi geçen sıçan fare oluyormuş ben de geç öğrendim baya). Çok istemek lazım bazen, böyle kimsenin lafına bakmadan o isteğimizi gerçekleştirmek... Çünkü zaten herkes kendilerine yakıştırılan şeyi yapmış olsaydı, "tercih" diye bir şey olmazdı. Yanlış tercih var mı mesela? Bence yok, o sadece ÖSS zamanlarından kalan bir laf. Tercih edebilecek özgürlüğe sahip olan kişi zaten başarmıştır bence yarısını. "Başka alternatifimiz yok" lafını çok duydum ben mesela. O daha kötü yani. Ama çoğu zaman tercih bile edememe durumu "Hazır seçebiliyorken en iyisini seçeyim" noktasında hatalara sürüklüyor. "En iyisi" dediğin şeye yine toplum karar veriyor çünkü. Tercihlerimiz harcamayınca biten para-puan değil sonuçta. Daha bireysel olmalı, tahmin edilemeyen olmalı ve yanlışsız olmalı.

Yazı yazmanın en çok neyini seviyorum biliyor musunuz? Düşüncelerimi görebilmeyi... Çok hızlı geçiyor normalde düşüncelerim, yakalayamıyorum. Yazı daha dingin ve yavaş, ağır ağır nefes alan bir beyin gibi sanki. Şimdi blogu toparlayacağım ve "Gerçekten böyle mi düşünüyormuşum" şaşkınlığını yaşayacağım (gerçekten yaşadım). "Think out loud" - "Sesli düşünmek" bazen en ihtiyacım olan şey olabiliyor. Ben öyle kendi kendime konuşan biri olmadığım için, ancak yazarak bu ihtiyacımı giderebiliyorum.

Başlıkla ilgili de son bir şey söyleyeyim. Benim hafızamla ilgili başlık. Algılarım çok farklı şeyler seçiyor nedense. İlgi duymadığım hiç bir şeyi hatırlamıyorum mesela, ama öyle ufak detaylar var ki hatırladığım "hayat ne garip, vapurlar falan" modunda.

Yatmadan önce 100 kelime darbesi yaptığım zihnimi izin verirseniz 4 saatliğine izdivaya çekeceğim. Siyular.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder