29 Ekim 2009 Perşembe

Film 101 - Kasaba

Film 101 - Lecture 1 - Kasaba


Film kasabada yaşayan fakir bir ailenin (fakirlik konusu her zaman için göreceli bir kavram olduğu için, Nuri Bilge Ceylan fakir bir kasabanın standartlarına göre bile fakir olan bir aileyi seçtiğini göstermek için sınıftaki kokan yiyecek sahnesini koymuş) 24 saatini anlatır. Türkiye'de yaşayan fakir bir kasaba ailesinin yaşayışına dair nokta atış tespitlerle doludur film. Bana çok zevk vermiştir doğrusu bu yönü. Fakirliği bir kenara bırakıp kasaba ismine odaklanmak da lazım. Filmi şehirli birisi, kültürlü ve şehirli birisi de denebilir, bir yönetmen çekiyor, bu konuya kafa yormak lazım. Niye bir şehirli kasaba filmini çekiyor? Çünkü şehirde olmayan, kasabada olan bir çok şeyi gözden kaçırdığımızın farkında. nedir bu şehirde olmayıp kasabada olan şey? İnsan dışındaki canlı nüfusu. Filmin fotoğraf kareleriyle dolu olması kimsenin gözünden kaçmamıştır. Yönetmenin izleyenleri odaklamak istediği noktaları belli etmek istediği bu donuk karelerin içinde bir sürü hayvan ve tabiat vardı. Köpek, kedi, kaplumbağa, oğlak, eşek, karınca, sincap, yılan (bu ikisini görmesek de gayet doğal bir biçimde sözü geçti filmde) ve daha bir çok hayvan. Artı doğa, filmin ve gösterilen kasaba hayatının vazgeçilmezi. Ağaç, otlak, sazlık, fidan vb. tabiata özlem midir, tabiatı unutmayın demek midir, tabiattadır özümüz diye haykırmak mı istemiştir, tabiatı şehirlerden uzaklaştırmayalım bakın ne kadar güzele mi vurgu vardır bunu sadece Nuri Bilge Ceylan bilir tabi ki.

Karakterler çok oturmuş ve güzel oynamışlar.

Büyükbaba, cahildir, hakikaten öyledir, çok konuşur ama dedikleri kendini sürekli tekrar etmekten ileri gitmez. bilmez, bilmediği gibi bilmemeyi de doğal karşılar. Bilince ne oluyor, her şeyi bilmek olmaz, insan yaşayacağı kadar bilmeli gerisini allaha bırakmalı gibi sözler eder.

Büyükanne, o da cahil, fakir, elinden aşı eksik olmayan biri. Konuşmalardan rahatsız olan bir kadın. Güzel geçen konuşmaları bile susturup olayı kendine getiren, konuşma kendine gelince de acılarından ve hastalıklarından başka bir şeyden bahsetmeyen tipik bir yurdum hastalık hastası yaşlısı.

Anne, çocuklarıyla ilgilenen birisinden başka bir şey değil. O da kelimelerden rahatsız oluyor, sürekli susturmaya çalışan, o ne biçim söz, ne biçim konuşuyorsunlar ile yaşayan bir kadın. Ama çocukları onun için bir tane. Gözü gibi bakıyor onlara. İyi aile çocukları bu gibi güzel annelerden çıkıyor işte.

Baba, ailenin içinde en akıllısı. en akıllı olmanın zorluklarıyla baş başa. Ne kendini anlayan kimseyi bulabiliyor, ne de kendini anlatabileceği. Bu yüzden kitaplarla baş başa kalmış. Yalnızlığı seçmiş, ama aklını yine de bileyebildiği kadar biliyor, okuyor, düşünüyor.

Genç, asi bir kasaba genci. Yeteneklerinden bihaber. Kasabadan gitmek istediğini söylüyor her fırsatta ama asker yolculuğunun ne kadar zorlu geçtiğini duyuyoruz ondan. Kasabada iken de bir hiç, kasaba olmadan da bir hiç.

Çocuklar, küçük kız, düşünen bir kız. Gözlerinin zeka dolu bakışları bana bu durumdan nasıl kurtuluruz, nasıl akıllanıp kasabanın dışına çıkarız, nasıl fakirliği bir kenara itebiliriz, sorularına cevap arar gibi süzülüyor. Küçük erkek ise etrafındaki olaylardan bihaber, kasabanın içindeki durumlarından, cehaletten, fakirlikten habersiz, etrafında olan bitene karşı büyük bir merak besliyor. Sürekli bir yerlere çomak sokuyor bu merakından dolayı. kaplumbağayı öldürdükten sonra rahat uyuyamıyor ama. Bir daha yapmaz öyle şeyler yapmaz diye tahmin ediyorum.

Müzikle ilgili de birkaç söyleyeceğim var. Ben, beni bu kadar dinlendiren bir müzik duymadım uzun zamandır. İstanbul Şehir Tiyatrolarında oynanan Sait Faik'in yazdığı "Meraklısı İçin Öylesine Bir Hikaye"yi hatırlattı bana yalnız başına klarnet. Mükemmeldi.

2 yorum:

  1. bu yazıdan sonra bu filmi izlememek olmaz. okuyup geçip seni habersiz bırakıp filmi izlemeye kalksaydım sanki hırsızlık vyea bilmiyorum ne gibi bir kötü davranış yapmış gibi hissederdim.

    şehir-kent, köy-kasaba. artıları-eksileri, var olanlar-olmayanlar. insanları köyden itenler, şehre çekenler, şehirden itip köye çekenler. huzurlu yaşamak istiyorsak hem teknik sosyal altyapının sağlanması-kentlerdeki gibi- hem insan ölçeğinde ve mümkün olduğunca insanın doğasına uygun yaşama ortamının sağlanması-köy-kasabalardaki gibi.

    YanıtlaSil
  2. teşekkürler yorumun için (: takibe aldım blogunu.

    YanıtlaSil