30 Ekim 2009 Cuma

Film 101 - İki Dil Bir Bavul

Film 101 - Lecture 2 - İki Dil Bir Bavul


Bugün Beyoğlu Alkazar sinemasının önüne geldiğimde, inşallah 19.30 seansının biletleri tükenmemiştir diye düşündüm. Tükenmemiş, iki tane aldık. Oturduk ve beyaz perdede oynamaya başlayalı sadece 7 gün olmuş ikisi uluslararası 6 ödüllü bir filmi, ikinci bir ağzın önyargılarından yoksun bir şekilde izlemeye başladık.

Filmin öyküsü kısaca Denizli'li, çiçeği burnunda bir öğretmenin doğu görevine Diyarbakır'ın bir köyünde başlaması ve ilk yılı üzerine. Fakat okul ile ilgili iki büyük sıkıntıyla karşı karşıya, birisi okulun fiziksel yetersizliği (tek sınıf var okulda, okul sobalı vs.), ikincisi de birinci sınıf öğrencilerinin neredeyse hiç birinin Türkçe bilmemesi. Başlarda, fukaralık üzerine gönderimler yapılıyor, mesela çeşmeden su akmıyor, okulun içinde çeşitli böcekler yuva yapmışlar, elektrik çok sık kesiliyor, ve köyde taştan başka hiç bir şey yok neredeyse (bkz. görsel2). Annesi ile olan bir telefon görüşmesi var, çok kritik "hiç bir şey yok ya anne, hani farkındaydım bir köye geleceğimin ama hiç bir şey yok burda".

Yetersizlikler içerisinde başlayan okul macerası, dilini anlamayan bir sınıfa kendini anlatma derdi de girince, öğretmen iyice sıkıntıya giriyor. Çocukların dil bilmemesi tek sorun değil, kalem tutmayı, kalem açmayı, çöpü kullanmayı, tuvalete tek başına gitmeyi bile bilmiyor çocuklar. Bu dertler, o kadar ince detaylar ile komik fakat olağan bir dille anlatılmış ki yönetmenler tarafından, filmi belgesel tadında veya ağır ödüllerle donatılmış bir nuri bilge ceylan durağanlığında, sıkıcı fotoğraf kareleri ile oynatılmış bir film olmaktan çıkarıyor. Nuri Bilge Ceylan'ın hastasıyımdır, ama eksik noktaları olan bir yönetmendir, mizahı eksik kalmıştır mesela. Bu film, mizahı ile bir basamak atlamış gibi duruyor seyircinin gözünde ( ve tabi ki de benim gözümde). Öğretmen gözünden bir çıldırışa tanık olmayan da bir film. Çünkü, anlatılandan, olması gerektiği gibi düşündürülenden o kadar farklı bir durumda ki (Türkçe kitabının üzerine Kürtçe yazılar yazılması, ödevlerin Kürtçe verilmesi gibi), öğretmen şaşırmaktan ve hak vermekten de kendini alamayan bir şefkatten ötürü ne bir cinnet geçiriyor, ne de lanet ediyor duruma. Olabilecek en sabırlı ve eğlenceli dille, tüm bir yıl boyunca tüm müfredatı bir kenara atıp, çocuklara sadece Türkçe'yi öğretmek istiyor.

Çocuklar açısından ise durum şok etkisi ile karşılanıyor ilk başta. Bir adam var, annen, baban seni bu adama emanet ediyor, 8 saat geçirmen için. Bunu yaparken de saçını tarıyor, yeni okul önlüğü, yeni defter alıyor. Seviyor seni, okşuyor, sorular soruyor okulla ve öğretmenle ilgili. Demek ki diyor çocuk, öğretmen önemli. Fakat öğretmenin dediklerini anlamıyor, anlayamıyor, anlamak için uğraşıyor, anlamayınca da cezalandırılıyor, bu ceza üzerine hiç bir şey anlamıyor haliyle. Tam anlamıyla bir travma. Televizyonda duyduğu çat-pat Türkçe ile idare etmeye, derdini anlatmaya çalışıyor. Hiç olmadı, hocanın dediklerini tekrar ederek kendine bir çıkar yol bulmaya çalışıyor. Yabancı olduğu bir dil var, annesi bile bilmiyor Türkçe. Çabalıyor öğrenmeye, anlamını bilmediği kelimeleri her gün tekrarlasa dahi, ezberleyerek öğrenmeye başlıyor yavaş yavaş. Taklit ediyor hocasını. Tenefüslerde de, taştan başka oynayacak bir şeyi olmayan köyünde eğleniyor.

Ebeveynlerin karnenin ne olduğunu bilmemeleri, veliler toplantısında "hocam sen de iyisin, bu sayede yabancı bir dil öğreniyorsun" denmesi, hocaya ikram edeceği tek bir elmayı sürekli düşüren çocuk, horoz kentli Emre, yazın kitap okumayacağını iddia eden Zülküf (nam-ı diğer Zilkif) filmden ufak enstantaneler. Filmle ilgili son diyeceğim şey, bu filmin iki Kürt yönetmen tarafından yapılıyor olması ve Türkiye'nin son yıllardaki politik can damarı olan Kürt dilinde olası eğitime dair olması hakkındaki hafif tahminsel yaklaşımıma dair. Ben filme dair okuduklarımla tahmin ettim ki, "Kürtlerin dağa çıkmasının haklılığı"na veya "PKK propagandası"na dair bir perspektiften yönetilmiş bir filmdir bu. Ve yanıldığımı şöyle özetleyebilirim: hiç bir Kürt evinin arka planında ne bir yeşil-sarı-kırmızı renk, ne de bir "büyük lider" posterine rastlamadım. Politik meselelere dokunmayı geçtim, ona dair nefes bile alınmamış bu filmde. Hatta yoğun bir kısmı, batıdan gelen Türk öğretmen Emre'nin ağzından anlatılıyor. Çift bakış açılı ve birden çok düşünce penceresi içeren bir film olmuş. Hem öğretmen, hem öğrenci bazlı bir farklı dilde eğitim sorunlarına değinilmiş sadece. Ki o da gözümüze acılı doğu edebiyatıyla değil, muzip bir doğal yaşanmışlıklarla ortaya konulmuş.

Mutlaka izlenmesi gerekiyor.


Görsel2 :




3 yorum:

  1. abi rüya sinemasında oynasaydı öyle olcakmış adı (: iki süper film bir bavul gibi.

    edit : editledim ayrıca (:

    YanıtlaSil
  2. evet farkettim, 'görsel 2' de gelmiş :)

    YanıtlaSil